1 Mayıs 2007 Salı

Erkek Jenital
Yaralama-Sakatlaması (Sünnet)
Üzerine Bir Feminist Çalışma


Seham Abd el Salam


Kahire, Haziran 1999

B.Sc in Medicine, Graduate Diploma in Medicine, Graduate Diploma in Art
Criticism,

MA Anthropology


Post masters Fellowship Research - Supervisor: Professor
Cynthia Nelson

American University in Cairo, School of Humanities,

Sociology, Anthropology, Psychology and Egyptology Department


English Version translated by: Azza Ali (Ph. D) and Seham Abd
el Salam


NOHARMM'daki makaleden alıntılanmıştır,
linkler site dışına yönlenir


Makalenin tamamı http://www.noharmm.org/muted.htm
'da mevcuttur






Bölüm I: Giriş



Sünnet diye bilinen, Erkek Cinsel Organ Yaralaması (ECS)
ile ilgili farkındalığım pek çok evreden geçerek gelişti. Başlangıçta
ECS ile ilgili belirleyici bir tavrım yoktu. Ne katılıyordum ne de karşı çıkıyordum.
Olayın benim üzerinde yıllarca bir etkisi yoktu. Anne ve babamı, kadın sünneti
diye bilinen kadın cinsel organ sakatlaması ile ilgili (KCS) komşularla konuşurken
defalarca duydum. Her zaman erkek sünnetinin aksine sağlıklı olmadığını söylüyorlardı. Anababam erkek sünnetini gereksiz ve duyarsız bir deri parçasını kaldıran
basit bir kesme diye biliyorlardı. Ayrıca bunun tırnak kesmek gibi erkeklere
yapılan basit bir operasyon olduğunu sanıyorlardı. Tıp okuluna gittiğimde,
erkek sünneti cerrahi çalışmamın bir parçasını oluşturdu. Bütün
ders kitaplarında sünnet, penis ve cervix uteri kanserine karşı önleyici bir
operasyon olarak tavsiye ediliyordu. Ayrıca anastezi olmadan yapılıyordu,
çünkü bebeklerin daha büyük bir çocuk veya yetişkin gibi acı hissetmediği
iddia ediliyordu.


Evde ve üniversitede aldığım teorik eğitimi hazır bir
şekilde kabul ettim, ta ki yapılışını görene kadar. Şok olmuştum ve ECS
hakkındaki bütün teorilerden şüphe etmeye başlamıştım. O zaman, 1972 yılında
yeni mezun olmuş ve El Demerdash Üniversite Hastanesi'ne atanmıştım. Bir gün
cerrahi klinikten biri, bizi erkek sünneti konusunda eğitmek için mesaiye
kalmamızı istedi. Sünnet edilecek olan bir aylık sağlıklı bir erkek
bebekti. Bebeğe anestezi verilmedi, o da doğal olarak sünnet sırasında çığlıklar attı. Derin
nefes ve solgun bir yüz gibi şok belirtilerini görebiliyordum. Bu tecrübeden
sonra sünnet hakkında öğrendiğim herşeyden şüphe etmeye başladım. O sıralarda
prepusun yapısı ve görevleri hakkında bilgili olmamama rağmen, çocuğun yüzündeki
derin şok belirtileri, beni, sünnetin vahşi bir kasaplıktan başka bir şey
olmadığına ikna etti. Sağlıklı bir çocuk üzerinde operasyon yapmanın
herhangi bir sebebi yoktu, özellikle de şok içeriyor ise. O günden itibaren
kadın ve erkek sünnetini karşılaştırmaya başladım, bana göre bir fark
yoktu. Hiçbir zaman ECS yapmamaya karar verdim. KCS sorun bile değildi, çünkü
ders kitaplarında bahsedilmiyordu. Acil ünitede bir doktor olarak, sünnet
edildikten sonra cerrahi şok geçiren ya da aşırı kanamalı pek çok erkek
çocuğu kabul ettim, ve bu da benim kanaatimi güçlendirdi. Erkek çocuğu
olduğunu bildiğim insanlarla konuştum, ve bazı nadir zamanlarda başarılı
da oldum, ama çoğu kez, bu uygulamanın yapılmaması yönündeki çabalarımda
ikna edici olamadım. KCS'na inanmayan entellektüeller, öte yandan erkek sünneti
konusunda oldukça ısrarcıydılar.


KCS karşıtı hareket Mısır'da 1994 yılında başladığı
zaman, KCS'ye karşı olan ve insanlara bundan uzak durmalarını telkin eden
doktor ve din görevlilerinin aynı zamanda erkek sünnetinin bir gereklilik
olduğuna inanmalarına hayret ettim. Bundan başka, KCS karşıtı bazı önemli
şahsiyetler, erkek sünneti konusuna bulaşmamaya özen gösteriyorlardı. Her zaman
sorunun bu olmadığı şeklinde sert cevaplar veriyorlardı. Her şeye rağmen
KCS konusundaki sessizlik 1994 yılında kırıldığında, basın, her iki
cinste sünnetten kaynaklanan komplikasyonlarla ilgili bazı makaleler yayınladı.
KCS konusunda tartışmak için nereye gidersem gideyim, erkek sünneti ile
ilgili de sorularla karşılaşıyordum. Bazı erkek entellektüeller, erkek
sünneti ile de ilgilenilmesi gerektiğini düşünüyorlardı ama fikirlerini
ayrıntılı bir şekilde açıklamıyorlardı. Örneğin, Mısır İnsan Hakları
Örgütü'nde KCS konusunda bir seminere katılmıştık, ve genç bir erkek
doktor ayağa kalkarak altı yaşındayken olduğu kendi sünnetini hatırladığını
söyledi. Bu bir şoktu, ve KCS'nin zararlarının tümünü kapsıyordu. Doktor, insan haklarını tartışmaya gelenlerin bu gerçeği gözardı
etmelerine şaşırmıştı. Diğer bir defasında, KCS karşıtı kampanya için
bir logo hazırlıyordum, Mısırlı çiftçi kadın "Nahdit Masr"dı
bu. Her zaman ki gibi elini sfenksin üzerine koymaktansa, bir kız çocuğunu kucaklıyordu. Bir
erkek meslektaş bunu gördü ve "Bir erkek çocuğunu da kucaklıyor olması
gerekirdi" dedi. Bu şekilde ben de, cinsiyetine bakılmaksızın insan vücuduna
karşı yapılan bütün saldırılara karşı açık bir tutum almaya başladım
ve sosyal bilimler, İslami Fıkıh ve tıbbi bilimler dallarında bu konuları
okuyarak kendimi eğitmeye başladım.


Kahire Amerikan Üniversitesindeki Sosyoloji-Antropoloji bölümü
kütüphanesinde okuyarak KCS ve ECS'nin kültürel arkaplanı hakkında daha
fazla bilgilenmeye başladım. Modern tıp bilimlerinden de, ECS'nın sözde
faydalarının çürütüldüğünü öğrendim. Genelde KCS'na karşı olan
arkadaşlarıma öğrendiklerimi aktarmaya çalıştım. Söylediklerimi
dinlemediler, ya da dinleyip şüphe ifade ettiler. Konu hakkında okumaya bile
çalışmadılar. Daha da kötüsü, KCS'na karşı insan hakları ve insan vücudunun
bütünlüğü temelinde kampanya yürütenler, ECS'nı, KCS'yi meşrulaştırmak
için kullanılanların irrasyonel argümanların aynısı ile meşrulaştırmaya
çalışıyorlardı. Konuştuğum diğer kişiler, KCS konusunda esnek,
fakat ECS karşıtı bir harekette ise tereddütlüydüler. Çok azı yeni
fikirleri kabul etti ve daha önce bilmedikleri için üzgün olduklarını
belirttiler. Daha da azı, bu yeni fikirleri diğerlerine aktarmaya
istekliydiler.


I) Çalışmanın Sunumu


A) Çalışmanın Önemi



ECS, KCS'den daha yaygındır, ister Mısır, isterse
uluslararası düzeyde olsun. Her yıl sünnet edilen erkek sayısının 13.3
milyon olduğu tahmin ediliyor, kız sayısı ise 2 milyon civarında. Her iki
cinste de sünnet edilenlerin çoğu çocuklar. (Denniston, 1997; DeMeo,
1997). Her iki cinsin sünnetinde de, sağlıklı ve duyarlı bir vücut parçası,
itiraz etme, kendini savunma, ya da onay verme şansı olmayan bir çocuktan
kesilip alınıyor. Her iki olayda da, çocuğun cinsel güdüleri üzerinde
kendi kontrolunu sağlayan toplumdur. Bu çalışma ayrıca şunun için önemlidir,
çünkü bazı doktorlar klitorisin ucundan bir bölümünü çıkarmanın erkek
sünneti ile aynı olduğu yolunda dedikodular yayıyorlar. ECS'nin sağlıklı
ve erkeğe zarar vermeyen bir prosedür olduğunu iddia ediyorlar. Aynı şekilde
sözü edilen prosedürün kadına da zarar vermeyeceğini iddia ediyorlar.
Bundan başka, bazı doktorlar KCS karşıtı harekete destek verdiklerini iddia
ederek benzeri prosedürleri tanımlamışlardır. (Karim, 1996) Bütün bunlara
rağmen, ECS'nin, Mısır'da dişilik ve erkekliği tanımlayan ve iki
cins arasındaki güç dengesini belirleyen yaygın sosyal geleneklerle
ilişkisi daha önce incelenmemişti. Bu yüzden bu çalışma çığır açıcıdır.



B) Araştırma Hipotezi



Ataerkil (patriarkal) sosyal sistemin iki temeli vardır:
birisi cinsiyet üzerine kuruludur, diğeri de yaş. Her iki durumda da, herhangi
bir sosyal ilişkinin zayıf tarafı ayrımcılıktan muzdariptir. Cinsiyet söz
konusu olunca eziyet çeken kadındır, yaş sözkonusu olunca da çocuklar.
Dolayısıyla kadın ve çocuklar bir grup içine toplanmışlardır, yani zayıf
ve düşük konumdadırlar. Kadınlar hangi yaş grubundan olurlarsa olsunlar
erkeklerden daha aşağıdadırlar, çocuklar da hangi cinsten olurlarsa
olsunlar yetişkinlerden daha aşağıdadırlar.
(Janeway, 1980)
.


ECS'de bile erkekler üstün konumdadırlar, çünkü prosedür
erkek çocuğun kadın dünyasından ayrılıp, erkek dünyasına geçişinin bir
sembolüdür.(Turner, 1967) Bazı araştırmacılar KCS ile ECS arasında
benzerlikler keşfetmişlerdir.(Kennedy, 1970; Lightfoot Klein, 1997) Genelde
ise insan
hakları, üreme sağlığı ve toplumsal gelişme konularında çalışan erkek
ve kadınlar yalnız KCS ile ilgilenmişlerdir. Genellikle kendilerini entellektüel
olarak tanıtan bu insanlar diğerleri tarafından da öyle kabul edilirler. Kadın
jenital bütünlüğünü savunan tıp profesyonellerini içerirler. Bunlar,
modern
bilimi bir araç gibi kullanarak; kadının dişiliği, kendine bakışı,
cinsel güdüleri, üreme hakları, ve sosyal rolü hakkında geleneksel değerler sisteminden
uzak ama modern bilimsel bulgulara da uymayan kendi inançlarını yaymaktadırlar. Entellektüeller, bazı modern
konular hakkında modern tavırlar sergileyebilirler, ancak diğer konulara sıra
geldiğinde, kendi geleneksel değerler sistemlerinin etkisi altında çekingen
davranmaktadırlar. (Gramsci, 1971) Konu insan vücudunu ilgilendirdiğinde,
genelde entellektüeller ve özelde doktorlar, toplumda lider bir rol üstlenen
kişilerdir,
çünkü davranışları ve ideolojik referans noktaları belirleme yetenekleri ile
toplumda bir
rol modeli görünümündedirler. Buna göre, entellektüel tartışmalarda
aktif liderler haline gelirler.(Frankenberg, 1988) Ne var ki, bazen,
durağan sosyal inançları yerleştirme sebebi olmaktadırlar. Siyasal güç
oyunundaki farkındalıkları ve davranışları ile entellektüeller, ya sosyal
değişimin liderleri ya da konformistlerdir.


Feminizm bilgi ile güç arasındaki bağı ortaya çıkarmıştır.
Bu büyük bir epistemolojik katkı idi, yalnızca bilginin kendisinin güç olduğu anlamında
değil, , ama aynı zamanda ona ulaşma hakkının, bir karar
vericiler ağı tarafından denetlenmesinde. Birey ve toplumların
bu bilgiden aldıkları pay, bu güç ağındaki konumlarına bağlıdır. (Lennon and
Whitford, 1994: 1) Dolayısıyla, ECS fikrini benimseyen insanlar,
muhtemelen düşüncelerini mevcut ataerkil toplumdaki yaş ve cinsiyet
hiyerarşisini destekleyecek şekilde seçmişlerdir. Ayrıca, ataerkil
hiyerarşinin arkaplanını oluşturan bilgi, inanç ve tecrübelerin analizi,
erkek ve kadın arasındaki sosyal ilişkiyi belirleyen güç politikasının
ardındaki bilinmeyen noktaları ortaya çıkarabilir.



C)Araştırma Soruları


Daha önceki gözlemlerime ve bu konuda okuduklarıma
dayanarak kendime şu soruyu sordum: Entellektüeller ve özellikle de tıp
doktorları - modern bilimsel ve mantıksal gerekçelerle- KCS'na karşı çıkarken,
ECS konusunda aynı tavrı benimsemekten neden kaçınırlar? ECS karşıtlarının
ve
savunucularının arkasında ne vardır? ECS'nın sakıncaları hakkında
toplumsal bilinçlenmeyi artırmak, bazılarının savunduğu gibi gerçekten
de KCS'ye karşı oluşturulan hareketi kötü yönde mi etkilerdi? Eğer kadınlar
erkek çocuklara karşı olan ataerkil eğilimleri ortaya çıkarmazlar ise,
kendilerini özgürleştirmeleri söz konusu olabilir mi?


D)Araştırmanın Amacı


Araştırmanın amacı sağlık ve din hakkındaki bilinen
tartışmaların gerisine giderek, KCS'ye karşı mücadele eden, ama ECS'ye müsamaha
gösteren Mısırlı entellektüellerin arkaplandaki eğilimlerinin,
ilgilerinin ve güç politikalarının araştırılmasıdır. Bu amaca ulaşılması,
daha önce sorulan soruların cevaplarının aranması ile mümkün olacaktır.




II) Literatür Araştırması


A) Modernite Öncesi toplumlarda Sünnetin Kültürel Geçmişi


J. DeMeo’nun Erkek
ve Kadın Cinsel Organ Yaralamalarının Coğrafyası
(1997)
adlı makalesinde, geçimini günlük olarak sağlayabilen toplumların
modernite öncesi bir çalışması vardı. DeMeo, geleneksel sünneti
benimseyen toplumların, buna çok önem verdiklerini, ve onsuz hayatı düşünemediklerini
keşfetti. Bu geleneğin olmadığı toplumların ise buna şiddetle karşı çıktıklarını
gözlemledi. DeMeo, bazı toplumların, acı verici ve zararlı olmasına rağmen
sünnet konusundaki ısrarlarının tarihi ve kültürel nedenlerini bulmaya çalıştı.
Bunu yaparken çeşitli erkek cinsel yaralama-sakatlama türlerini tanımladı. En basit
türleri, prepusun penisten tamamen ayrılmadan sadece kesildiği Asya'nın bazı
yerlerinde yapılıyordu. Sünnet bundan daha zalimdir, çünkü prepus (sünnet
derisi) penisten tamamen ayrılır. Bu, Asyanın bazı ülkelerinde, Afrika'nın
bazı yerlerinde, ve bazı Pasifik Okyanusu adalarında yaygın bir uygulamadır.
İkinci en ciddi tür, penis derisinin yüzülmesidir. Kökeni Arap Yarımadasına
gider, ve günümüzde bile uygulandığı sanılmaktadır. Erkeklere, özellikle
evlilikten önce uygulanan bir prosedürdü. Uretranın penise kadar bütün yol
boyunca kesildiği bir başka ECS daha vardır. Bu Avustralya yerlileri arasında
bir gelenekti. Ergenlikte ya da yeni gençlikte erkek jenitallerin yaralaması,
onların dayanıklılığını sınamak için yapılır. Bir Eski Mısır anıtında,
MÖ 2300 yıllarında yapılan bir erkek sünnetinin resimleri vardır. Ancak
DeMeo, Msırlıların bu uygulamayı kendilerinin keşfetmediğini, onu MÖ 3100
yıllarında işgalci Bedevi kabilelerinden edindiklerini söylemektedir. Bu
kabileler yarı-tanrı erkek kralları olan, savaşçı ve dinadamlarını
toplumda yüksek bir konumda tutan, ve aşırı derecede özen gösterilmiş-büyük tapınak ve
mezartaşları inşa eden toplumlardı. DeMeo'ya göre, günümüzde de sünnet
eden toplumlar benzer ataerkil eğilim ve özellikleri taşırlar. Diğer bazı
erkek egemen toplumlarda da sünnetin olmaması, bunların daha "iyi" olduğu anlamına
gelmez, zira onlar da farklı kaba yöntemlerle çocukları kontrol
ederler.


DeMeo, çocuk ve anne arasındaki bağın bozulmasının, ve
diğer çocuk istismarlarının, agresif ataerkil toplumun devam etmesini sağladığına
ikna olmuştur. Erkek ve kadın cinsel sakatlama geleneği yıkılmadan,
ekonomik yapıyı değiştirmenin, toplum üyelerine daha insancıl yaşam şartları
getirmediğine dair tarihsel bulgular elde etmiştir.
DeMeo, ECS ve KCS
arasında; coğrafi dağılımları, kültürel arkaplanları ve psiko-toplumsal
motivasyonları (erkeklerin kadınlara, yetişkinlerin çocuklara baskın olduğu
toplum yapısı) açısından yadsınamaz bir bağ olduğuna göre, her
ikisinin de bir olaymış gibi ele alınması gerektiği sonucuna varmıştır.


Bazı çalışmalar sünnet ile eskiden beri devam eden bir
uygulama olarak ilgilenmiştir. Bu gelenek, ve sözkonusu toplumun hakim
toplumsal koşulları arasında bir bağ bulmaya çalışmışlardır. Sünnet
konusundaki en önemli araştırmalardan biri Sembolik Yaralar : Ergenlik Törenleri
ve Kıskanç Erkek
adlı, B. Bettelheim'ın çalışmasıdır. Bettelheim,
erkek sünnetinin kadın adet gördüğünde ortaya çıkan kadın üretkenliği
ile ilgili bir kıskançlıktan kaynaklandığını, ve erkek sünnetinin bu kadın
özelliği ile ilgili kurulan yapay bir benzetme olduğunu ileri sürmüştür.
Bettelheim'ın ikinci bir teorisi daha vardır: Sünnet, babanın, anneyle ilişkisini
tehdit eden diğer erkekler üzerinde kurduğu hakimiyetin bir sembolüdür, ve
dolayısıyla onu daha az tedirgin yapmaya yarar. Sünnet, dünyanın çeşitli
yerlerinde değişik toplumlrda ortaya çıkmıştır, ama her zaman aynı amaca
hizmet etmiştir. Bettelheim ayrıca, çocuk ve yetişkinler arasındaki bu tür
ilişkinin, yetişkinin çocuğa katı davranış kalıpları dayattığı, ama
bunları kendisinin takip etmediği günümüz toplumlarında da sürdüğünü
iddia etmiştir.


Bettelheim, erkek cinsel organ sertleşmesinin, erkek
yetişkinliğinin ciddi bir göstergesi olarak kabul edildiği ataerkil
toplumlarda sünnetin sembolik rolünü tanımlamıştır. Penis başının sünnet
ile kalıcı olarak açığa çıkarılması, ona sürekli sertleşmiş görünümü
verir. Buna uygun şekilde, henüz cinsel olarak olgunlaşmamış çocuğu da,
kadın dünyasından ayırarak sembolik olarak olgun yapar. Bu değişimin
meydana gelmesi için törenler oldukça önemlidir, çünkü, çocuğun
sembolik olarak ölümünü ve yeni bir erek figürünün ortaya çıkışını
simgeler. Bu yenidendoğuş anneden değil, babadan olur. Dolayısıyla erkek çocuğun
sünneti erkek otoritesini sağlamlaştıran ikili bir işlev görür: birincisi
erkek çocuğa yetişkin bir erkek görünümü verir, ikincisi de, erkeğe bir
kadın ayrıcalığı olan jenital kan akıtma imkanını vermesidir. Bu sembol,
sünnetin doğumdan hemen sonra yedinci günde olduğu Yahudi toplumlarında
belirgindir. Bu yaşta çocuk tamamen bağımlı ve anababa denetimi altındadır.
Bettelheim sünnetin ister erkek, isterse de kadınlar tarafından icat edilmiş
olsun, ancak uygun cinsel davranışın aşılmasının çok ciddi yaptırımları
olduğu toplumlarda bir yetişkinlik sembolü olabileceği sonucuna varmıştır.
Bu, ataerkil figürlerin baskın ve gençler üzerinde tehdit edici olduğu
toplumlarda geçerlidir.


Bugünlerde sünnet için
gösterilen bütün nedenlerin, geçmiştekinden farklıdır, zira bunlar, ağır
din, efsane ve gelenek perdesenin arkasında gizlidir



Daha yakın zamanda yapılan çalışmalar sünneti ataerkil
toplum ile bağlantılandırmıştır. Örneğin A. Montagu, Sakatlanan İnsanlık
adlı makalesinde, (1991), her iki cinste sünnetin, ataerkilliğin yükselmesi
ile ortaya çıktığını belirtmiştir. Günümüzde sünnetin devam etmesini,
eski ataerkil eğilimlerin halen güçlü olmasına bağlamıştır. Montagu,
insanın, kendi türünün bireylerini ahlak, din, mantık, gelenek, ve kanun
gerekçesiyle sakatlayan tek tür olduğunu belirtmiştir. Bugün, sünnet için
gösterilen herhangi bir nedenin arkasında gizli güdüler saklıdır. Bunlar geçmiştekinden
farklıdır. Zira bunlar da ağır din, efsane, ve gelenek perdesinin arkasına
gizlenmiştir. Zaman içinde eski gerekçeler, yerlerini yeni eğilimlere göre
belirlenen yeni gerekçelere terkederler. Sünnetin kesin olarak ortaya çıkışını
tespit etmek bunun için zordur. Sünnetin nedenini araştıran herhangi bir araştırmacı,
her türlü kişisel eğilimlerinden uzaklaşmalıdır. Sünnetin farklı meşrulaştırma
şekillerini aşarak, toplumsal örgütlenmenin gerçeğiyle karşılaşacağız.
Gerçek soyut bir kavram değildir. Toplumsal olarak koşullanmıştır.
Montagu, sünnetin cinsel eşitlik üzerine kurulu ataerkil öncesi toplumlarda
varolmadığını gözlemlemiştir. Örneğin bazı toplayıcı toplumlarda.
Dolayısıyla sünnetin ataerkil bir icat olduğu söylenebilir. Montagu, sünnetin
çeşitli kültürel anlamları olduğunu söyleyerek devam etmiştir. Bu, Avusturalya yerlilerinde, erkek organından kan akması nedeni ile, kadın ile
erkeğin sembolik bir şekilde "bir" olmasıdır. Afrika kabilelerinde sünnet,
yaratılışın cinsel ikiliği üzerine bir sembol olarak açıklanabilir. Bu
inanca göre insan hem erkek hem de kadın karakterde doğar. Buna göre sünnet
erkeğin kadın özelliklerinden ayrılmasıdır. Kadın ruhu erkeği rasyonel
bir şekilde düşünmekten alıkoyan, dolayısıyla sünnetsiz erkeği
toplumsal olarak uygunsuz yapan bir şey olarak düşünülür. Sünnetle erkek,
kişiliğini kaybeder ve toplumsal bir varlık haline gelir. Dahası, sünnet
ile erkeğin dişi parçasından ayrıldığı düşünülür, bu da ancak erkeğin
diğer dişi yarısını araması ve bulması, yani evlenmesi ile yeniden
tamamlanır. Tersi de sünnet edilen kadın geçerlidir. Dolayısıyla, sünnet,
insanları diğer yarılarını aramaya iten ve evlilik ve çoğalma ile de bunu
başaran toplumsal bir yaratık yapar. Son olarak Montagu, kültürel temelleri
ne olursa olsun, insanların sünneti çocuklar üzerinde aynı amaçla gerçekleştirdiğini
ifade etmiştir: erkeklerin baskınlığı ve kadın ve çocuklar üzerindeki üstün
konumlarının belgelenmesi. Dolayısıyla, sünnet, güçlü olanın üstün olduğu
kuralını koyar, ve bunu toplumsal gerçekliğin kurulu bir parçası haline
getirir.

Aynı fikirleri savunan bir başka makale R. Immerman ve W.
Mackey tarafından Sünnetin Biyokültürel Analizi'dir. (1998) Sünnetin
insan beyni üzerindeki biyolojik etkisini, çeşitli kültürler tarafından
benimsenmesine bağlamışlardır. Erkek jenital bütünlüğünün
her iki cinse de büyük tatmin verdiğini gözlemlemişlerdir. Dolayısıyla sünnet,
topluluğa, bu tatmin ve haz duygusundan mahrumiyeti telafi edecek birşeyler
sunmalıdır. İki yazar sünnetin, beyindeki cinsel hazla ilgili bölgenin
tepki verme yeteneğini azalttığını belirtmişlerdir. Daha da fazlası, sünnet,
erkek jenital kayganlaştırıcısı olan ve kadınlara çekici gelen bir koku
salgılayan smegmanın oluşumunu yokeder. Yazarlar, sünnetin erkekleri
kadınlara karşı daha az çekici yaptığını, bu durumun erkekler arasında
kadınlardan kaynaklanabilecek tartışmaları ortadan kaldırdığını, bunun
da kabile reisi için grubu daha kolay idare edilebilir yaptığını belirtmişlerdir.



B) Modern Toplumlarda Sünnet


Bugün için sünnet, değer verilen toplumsal bir
gelenektir. Bu yüzden sosyal davranış ile ilgili çalışmaları gözden geçirmek
gerekir. Bunlardan biri, T. Parson ve E. Shil'in Değerler ve Sosyal
Sistemler (1951)
adlı çalışmasıdır. Parsons ve Shil, bireylerin
toplumlardaki davranışlarını analiz etmişlerdir. Toplumların, bireylerin
davranışlarını toplumsal sistemdeki dengeyi sağlamak için denetlediğini
söylemişlerdir. Bireylerin davranışları, verilen herhangi bir subjeye
karşı davranışlarını belirler. Dolayısıyla, insanların davranışları,
kişiliklerinin, sosyal davranışı değiştiren sosyal sisteme tepkilerinin,
ve daha da fazlası, bu sosyal sistem içersinde değer ve inançları
belirleyen kültürün bir bileşkesidir. Kültürel sistemler, sosyal sistem için
belirleyici olan oldukça temsil edici sembollerden oluşurlar. Yalnızca yaratıcı
yeteneği olanlar ve liderler, diğerleri tarafından takip edilebilecek kültürel
değerleri yaratabilirler. Bu kültürel semboller iyice yerleştikten sonra, kişi
ve grupların tavırlarını uydurmak zorunda oldukları aktif güçler halini
alırlar.


Ne var ki toplumlar, kültürel olarak homojen değildirler,
daha da fazlası, bütün yerleşik kültürel sistemler değişen sosyal ihtiyaçlara
cevap veremezler. Dolayısıyla bireyler, miras aldıkları kültürel değerleri
yeniden değerlendirirler ve günlük ihtiyaçlarına göre uygun olanları yeniden seçerler.
İnsanlar miras aldıkları değerleri yerleşmiş sosyal sistemi bozmamak için
kabul ederler, ama bu durum, yeni hayat şartları ile uyuşmadığında geçerli
değildir. Dolayısıyla iki alternatif ile karşı karşıyadırlar: ya hazır
kültürel değerler ile yaşarlar, ya da değerleri modern ihtiyaçlarına göre
adapte ederler. Genelde toplumlar ve özelde çok kültürlü toplumlar, sosyal
değişime, mevcut sistemin sarsılmasına neden olmayacak derecede izin verirler.
Benim görüşüme göre, Parsons ve Shil'in araştırması, modern
toplumlarda sünnetin devam etmesini, insanların "uymaya" yönelik eğilimleri
ile açıklar.


Geleneksel kabile liderleri, rahipler ve büyücüler geçmişte
sünneti yapan kişilerdi, modern çağda bu işi tıp profesyonelleri üstlenmektedir.
Tıp kurumunun bu işle ilgilenmesini gerektiren bazı başka özellikleri de vardır. Foucault, Kliniğin Doğumu : Tıbbi Algılamanın bir
Arkeolojisi
adlı yapıtında, tıp biliminin, kendisini vücut üzerinde
kontrol sağlamaya götüren gelişimini açıklamıştır. Modern uygulamalı tıp, 19
yy'la birlikte başlamıştır. Bununla birlikte, tıbbın özne-nesne ilişkisi
17. ve 18. yy'lardakinden farklı bir şekilde değişerek, hastanın
"obje" olarak algılandığı durum oluşmuştur. 19. yy'dan önce
teşhis, hastayı ve onun subjektifliğini gözönüne almaksızın objektif
belirtilerin incelenmesine indirgenmişti. Bu indirgemeci görüş, doktorun,
hastayı ihmal edip, hastalıkla ilgilenmesi gerektiğini varsayıyordu. Dolayısıyla
17. yy'da teşhis, doktorun objektif belirtileri teorik değerlendirmesine dayanıyordu.
O zamanki doktorlar "doğa"yı gözönüne almıyorlardı.
Dolayısıyla, hastalığın doğal gelişimini kişiye özel olarak değerlendirmiyorlardı- teorik
varsayımların başarısız olduğu durumlar hariç.
Ancak 19. yy'da, semptomların gözlenmesi oldukça kritik bir önem kazandı.
Dolayısıyla, doktorun inceleyen bakışları, ona ayrıcalıklı egemen bir
konum kazandırdı. Buna uygun olarak hükümler verebilir, ve tam olarak itaat
ve saygı isteyebilirdi. Onun bilgili bakışlarından, hiçbir "normalden sapma"
kaçamazdı, ne bir organ, ne de bütün olarak birey. Doktorun bakışları, ona
güç ve egemenlik sağlıyordu, çünkü görüşünü meşrulaştıran tıp
kurumu tarafından destekleniyordu. Dolayısıyla tıp, bu "bakış"ın
faziletiyle, geleneksel ataerkil gücün bir kısmını devraldı.


Wallerstein, "Sünnet: Bir Amerikan Sağlık
Aldatmacası" (1980)
adlı kitabında, 19. yy'ın ikinci yarısında KCS ve
ECS'nın İngiltere'ye nasıl sokulduğunu anlatır. (Kraliçe Viktorya dönemi)
Daha sonra uygulama, kolonilerdeki diğer tıp kurumlarına, ve İngilizce-konuşan
ülkelere yayılır. David Gollaher (1994), Gelenekten
Bilime: Sünnetin Amerikada Tıbbi Transformasyonu
adlı
makalesinde, ECS'nin ülkeye sokuluşundan on yıl sonra Amerika'da nasıl yayıldığını,
ve ECS'yi desteklemek için kullanılan argümanların gelişimini anlatır.
Ayrıca prosedür eyaletlerde öyle yaygın bir hale gelir ki, artık
cerrah ve anababalar, bunu bir cerrahi müdahale olarak bile görmezler. Sünnet, 1870 yılına gelinceye kadar ABD'de bilinmiyordu.
Sünnet, öyle bir
zamanda Amerikayla tanıştırılmıştı ki, o zamanlar çeşitli hastalıklarla ilgili
modern teoriler henüz bilinmiyordu.
Bu gerçeklerin en önemlisi, hastalıkların
mikroplar tarafından oluşturulduğu, ve antibiyotikler ile tedavi edilebileceği
idi.
Bundan önce, doktorlar hastalıkların çeşitli sinir kasılmaları ile
oluştuğunu düşünüyorlardı. Bu teori, cinsel organların uyarılmasının
daha üst düzeyde felç, sara ve delilik gibi çeşitli hastalıklarla yansımasını
bulduğu şeklindeydi. Bu teoriye göre, vücudun çeşitli parçalarının ampüte
edilmesi, akıl hastalıklarını tedavi etmek için yaygın bir uygulama haline
geldi, bunlara örnek, yumurtalıkların, klitorisin ve sünnet derisinin alınması
idi. Ne var ki pratik tecrübeler, bu uygulamaların ne akıl hastalıklarını
tedavi ettiğini, ne de çocuklarda önemli beyin merkezlerini yok ettiği düşünülen
sinir reflekslerine yol açan mastürbasyonun önüne geçebildiğini gösterdi.
Dolayısıyla sünnetin önemi "tedavi"den, "önlem"e değişti,
ve sünnet yararlı "önleyici" cerrahi olarak kabul edilmeye devam
etti. Patolojik teoriler, daha önce sözü edilen "sinir
reflekslerinden" , bakteriyolojinin önemi üzerine değişince, KCS
terkedildi, fakat ECS yaygın olmaya devam etti. Hastalıklarla hem cerrahi hem
de tıbbi olarak mücadele edebilecek yalnızca doktorlardı, onun için "önleyici"
cerrahiler sünneti kapsamına alacak şekilde genişledi. Böylece vücut,
potansiyel "septik" merkezlerden kurtarılabilirdi, bunlardan biri de
altında kir birikmesinden sorumlu tutulan sünnet derisi (üstderi-prepus)
idi. Ne var ki prepus Latincede "smegma" yani deterjan denilen bir
madde salgılar. Gollaher, sünnet konusundaki fikirlerin büyük çoğunluğunun,
Remondino tarafından 1881'de yayınlanan bir kitaptan kaynaklandığını
belirtir. Burada folklor, yazarın kişisel görüşleri ile ve yanlış
bilgiler ile karıştırılmıştır. Örneğin Remondino, prepusun gelişimsel,
gereksiz organdan başka bir şey olmadığını söyler. Modern insanların
vücudunda herhangi bir işlevi yoktur. Bundan sonra prepusu, oldukça hastalıklı
özellikleri olan ekstradan bir organ olarak tanımlar. Ona göre, bu hastalıklar
gizlice oluşmaktadır, tıpkı kötü ruhların eylemleri ve arap masallarının
cinleri gibi. Benzer şekilde prepus, bir erkeği bütün hayatı boyunca çeşitli
hastalık ve sorunlara hedef yapar. Ona ne işte, ne de evlilikte bir fayda sağlamaz.
Onu sürekli azarlanan ve cezalandırılan üzgün bir insan yapar. Bir çocuk
olarak, gece yatağını ıslatmasına neden olur vücut, zihin ve ahlakına büyük
zararlar veren mastürbasyon yapmasına neden olur. Hatta sonunda hapse veya akıl
hastanesine bile düşebilir. Dolayısıyla, iyi bir hayat için erkek gereksiz
şeytani vücut parçasından kurtulmalıdır. Bazı Yahudi asıllı doktorlar
kanser ve cinsel yolla bulaşan hastalıkların önlenmesi konusunda sünnetle
ilgili teorilerini açıklamışlardır. Neden Yahudilerin diğer insanlardan
daha sağlıklı olduklarını açıklamışlardır. Bunlardan biri
"Yahudilik bir din olarak bilime hizmet etmiştir" demiştir.
(Gollaher 1994:16) 19. yy'ın sonunda sünnet ABD'de bir gelenek olmaktan çıkmış
ve tıbbi bir prosedür olarak görülmeye başlamıştır. Sünnetin yaygınlaşmasının
nedenlerinden biri, anestezi, dezenfektan ve tıbbi bakımın Amerikan
hastanelerinde yaygınlaşıyor olması idi. Artık doğum evde gerçekleşen
bir aile olayı değildi. Obstetrisyenler, akademisyenlerden çok teknik uygulayıcılardı.
Teknikleri kendilerinden deneyimli doktorlardan öğreniyor ve eleştirel düşünce
süzgecinden geçirmeden tekrar ediyorlardı. Dolayısıyla rutin cerrahi prosedürlere
inanmaya başlamışlardı. Sünnete inandırılan doktorlar artmıştı, prosedürün
yaygınlaşmasının ve insanlarca benimsenmesinin sebebi buydu. Bir yerdeki
cerrahi operasyonların artmasının arkasındaki en önemli faktörün oradaki
bu operasyonu yapmaya hazır doktor sayısı ile orantılı olduğu bulunmuştur.
Bu, sezaryen ve sünnet gibi prosedürler için de düşünülebilir. Daha da
fazlası, insanlar, hakim tıbbi prosedürlerin, paranın alabileceği en iyi tıbbi
bakım olduğuna inanmaktaydılar. Ancak Gollaher, bilimsel temel olmadan sadece
teknolojinin yarardan çok zarar getirceğine inanmaktadır. İlke olarak bilim,
irfana hizmet eder, bilim temelli olmayan saf teknoloji ise vücut üzerinde
daha büyük kontrole hizmet eder.


ECS'nin Amerikaya girdiği ilk yıllarda, erkek yetişkinlerin
kendilerine sünneti istemelerine bir sebep yoktu. Dolayısıyla prosedüre
maruz kalanların çoğu, 19. yy teorilerine göre yukarıda sözü edilen türde
hastalıkları olan, orta ve yüksek sınıftan ailelerin çocukları idi. Zaman
içinde doktorlar insanları erkek sünneti konusunda, ve özellikle bunun
insanların acıyı
hissetmedikleri iddia edilen erken yaşlarda yapılması konusunda ikna ettiler.
Sünnet acısının bir iğne batmasından daha fazla olmadığını düşünüyorlardı.
Sünneti erken yaşlarda yapmayı tercih ediyorlardı, çünkü sözü edilen
prepustan kaynaklanan hastalıkları , ve çocuğun büyüyünce kötü alışkanlıklar
kazanmasını önlemeyi düşünüyorlardı.


Gollaher, doktorların, insanları sünnetin güvenli bir
cerrahi yöntem olduğu konusundaki ısrarlı ikna çabalarına rağmen, 1909
gibi erken bir tarihte bile tıbbi araştırmaların prosedürün zararlarını
tartışmaya başladığından bahseder, tıpkı o tarihte bir Amerikan tıp dergisinde
yayınlanan ve sünnetin enfeksiyon, doku ödemi, aşırı kanama, hematoma ve
penis başının yanlışlıkla kesilmesi gibi etkilerini tartışan bir
makalede olduğu gibi. Dolayısıyla, cerrahi uygulamacıların fikirleri, tıbbi araştırmacıların
duyguları ile tersti. Uygulamacılar prepusun zararlı olduğunu varsayarken,
bu tür iddialar deneysel tıbbi araştırmaların sınamasından geçemiyor, ve
geçersiz oldukları kanıtlanıyordu. Tıbbi uygulamacılar prepusa karşı olan
kötü bakışlarını topluma yaydılar. Dolayısıyla, bir çocukta prepusun bulunması bir cehalet,
ihmal ve fakirlik işareti olarak algılanmaya başladı. Bu tür fikirler,
erkek sünnetinin arzu edilir olmasında büyük bir rol oynadı.


Sünnet Geleneği,
makalesinde Karen Erickson Paige (1978) modern Amerikan tıp kurumu tarafından
sünneti meşrulaştırmak için kullanılan iddiaların gelişimini izler. Bu tür
iddialar, ancak erkek sünneti Amerika'da iyice yayıldıktan sonra ortaya çıkar.
Paige'e göre, batılılar, diğer kültürlerin uyguladıkları vücut
sakatlama yöntemlerini duyduklarında dehşete düşerler. Öte yandan, sünnetin
de dahil olduğu kendi "batılı" vücut sakatlama - yaralama yöntemlerini, tıbbi olarak meşru
görürler. ECS, hem batılı- sanayileşmiş, ve hem de batılı-olmayan diğer
toplumlar tarafından uygulandığı halde, her ikisindeki gelişimi farklıdır.
ECS batıda, 1700 ve 1914 yılları arasındaki sanayileşme döneminde, mastürbasyon
manyası ile başlamıştır. Mastürbasyon, ta İncil zamanlarından beridir bir
günah olarak kabul ediliyordu. Ne var ki, modern sanayileşme dönüşümünden
önce tıbbi bir problem olarak görülmüyordu. Bu tıbbi varsayım orta sınıf
ailelerine çekici göründü, çünkü onlara kötü çocuk davranışları
olarak düşündükleri kabalık, isyan, sinirlilik, ve karşı cinse ilgi
konusunda bir açıklama sunuyordu. Dolayısıyla, mastürbasyonun korkulacak
bir tehlike olarak yerleşmesi, aile, iş, ve anababa kurumlarına hizmet
etmişti. Britanyalı ve Amerikalı doktorlar bu problemin çüzülmesi için çeşitli
tedaviler önermişlerdir, bunlar; cinsel içgüdüleri bastıracağı düşünülen
çeşitli diyet şekilleri, çocukların jenitallerine ellemelerini engelleyecek
bekaret kemerleri, ve suçlanan çocukların aşağılanması ve cezalandırılması
konusunda tavsiyeler, penisi hapsedecek alçı kalıpları, çeşitli deri ve
kauçuk kaplamalar, jenitallerin yaralanması ve hatta- bazı aşırı
durumlarda "hasta" mastürbatörlerin hadım edilmesi! Bu tür
durumlarda sünnet diğer tedavilere göre masum bir yöntem olarak görülüyordu.
Doktorlar, sünnetin çocuk için daha iyi bir sağlığın garantisi olduğunu,
çalışma yeteneğini artırdığını, hayatını uzattığını, çocuğu
hastalıklardan koruduğunu, ve son olarak tıbbi konsültasyona harcanacak para
ve zaman tasarrufu sağladığı fikrini yaymışlardır. 1890 yılında bazı
Amerikalı cerrahlar bu konuda bir dernek kurarlar. Temel görevi erkek ve kadınlar
için jenital cerrahileri desteklemek ve yaymak idi. Bu tür cerrahiler
anababalara çocuklarının cinselliğini kontrol etme imkanını, doktorlara
da, kadın ve çocuk vücutları üzerindeki otoritelerini güçlendirme
imkanını veriyordu. Batıdaki mastürbasyon manyası 1925 yıllarında sönmeye
başladığında, mastürbasyonu önlemek için kullanılacak korkunç yöntemler
hakkında yazılanlar azaldı. Ne var ki erkek sünneti, 1932'de kansere karşı
önleyici özelliği olduğu teorisinin ortaya çıkması ile devam etti. Bu
teori, Müslümanlar ve Yahudiler arasında yaptığı araştırmalarda onların
kansere daha az yakalandığını tespit ettiğini söyleyen bir doktor tarafından
ortaya atıldı. Bu teori, erkek bebek sünnetinin, yetişkin olduğu zaman
kanserden korumak bahanesi ile yaygınlaşmasına neden oldu - güçlünün
kirli olduğunu düşündüğü zayıfın vücudunu kontrol etmesi
. Bu araştırmanın
hatalı metodolojisi olduğu, dolayısıyla geçerli olmadığı ispat edildi.
Bu araştırmada, din, dikkate alınan tek değişkendi. Sosyo-ekonomik
standartlar ve sözkonusu grubun sağlık alışkanlıkları gibi diğer değişkenler
ihmal edilmişti. Hatta Yahudilerin toplumdaki görece temsil oranları, yani nüfusları
bile dikkate alınmamıştı. Sünnetin bir diğer haklı çıkarma şekli,
"güzellik"
idi. Paige, bir doktorun şu cümlesini aktarır: "sünnetli penis sertleşmiş
olmadığı halde öyleymiş gibi görünür, dolayısıyla erkekliğin bir
simgesidir. " Ne var ki onyıllar boyunca sünnetin haklı gösterilme şekli
gibi toplumsal eğilimler de değişti. Örneğin, 19.yy'ın sonlarında ve 20.
yy'ın başlarında, mastürbasyon ve seks cesaretlendirilmiyordu, ve zamanın
doktorları da, sünneti cinsel güdüleri kontrol edici bir araç olarak düşünüyorlardı.
Ne var ki tersine, 20 yy'ın sonlarında, seks ve mastürbasyon normal olarak düşünülüyordu,
doktorlar da sünnetin, erkek ve kadınların cinsel duyarlılığını artırmak
için yapıldığını söylemeye başlamışlardı. Bir prosedür zıt
nedenlerle meşrulaştırıldığında, bu onun irrasyonel ve bilimdışı olan
mistik geleneksel düşünceyi yansıttığı anlamına gelir.


Paige, psikoanalizden bahseder, buna göre, sünnet, çocuğun penisinin bir kısmını
kendi isteğiyle feda ederek baba otoritesine boyun eğmesini
temsil eder, ya da babanın yüksek otoritesini bu operasyonla gerçekleştirme
çabasını ifade eder. Paige, sünnet eden 23 yerel toplumu incelemiş ve benzer
özellikler tespit etmiştir. Bu özelliklerin en önemlisi, bunların kırsal
yerlerden gelmiş olmalarıdır, ve hısım- akraba erkeklerden oluşan çıkar
grupları vardır. Paige, bunların akraba oldukları ya da nihayeten
evlenecekleri kadınlar üzerinde hakimiyet kuran erkekler olduklarını tespit
etti. Bu tür kültürlerde erkek, kendi iyiliği için değil, ancak aile ve
kabilenin liderleri için sünnet olur. Bu liderler, babayı çocuğunu
tereddütsüz sünnet etmesi için baskı altına alırlar. İlkeye itiraz
etmemelidir. Babanın liderlere itaati, ataerkil topluma sadakat anlamını
ifade eder. Sadakatı temsil eden tören, mesela kulakların değil, penisin bir
kısmını ampute ederek yapılır, çünkü çoğalmadan sorumlu olan organ
odur. Bu da grubun çıkarlarına uygundur, çünkü bir erkeğin çocukları ile
gruptan ayrılması onu zayıflatır, ve politik - ekonomik çalkantıya
sokabilir. Paige , Yaratılış hikayesini sosyolojik terimlerle izah eder, ve
bunun sayı olarak çoğalan ve kendisini savunacak daha fazla yetişkin erkeğe
ihitiyaç duyan toplumdaki çelişkileri yansıttığını söyler. Eski Ahit'te
İbrahim ile Tanrı arasında, sünnetin -bugünün tıbbi açıklamalarının dışında-
politik bir anlaşma olarak anlatılmasının sebebi budur.


Doktorların sünneti artan bir şekilde kabul etmiş olmalarının
nedenlerinden biri, bebeklerin acıyı hissetmedikleri inancıdır, bu nedenle
de anestezi verilmez
. Bu inanç, yenidoğanlar üzerinde daha fazla araştırmanın
yapılmasına neden olmuştur. Bunlardan biri David Chamberlain tarafından yapılan
Bebekler Acı Hissetmezler: Tıp Dünyasındaki Yüzyıllık Bir İnkarın
Hikayesi (1991)
adlı çalışmadır. Burada Chamberlain bebekler ve
onların acı hissetmediğini söyleyen doktorlar arasındaki ilişkiyi inceler.
20. yy'ın ilk yarısında, doktorlar, bebeğin acıya tepkisini, cerebral
korteksin yeterince gelişmediğini düşündükleri için bir refleks olarak
tanımlıyorlardı. Ama yeni çalışmalar bunun tersini ispatlamıştır,
bebekler acı hissederler ve bunu ağlayarak ve yüz ifadeleriyle belli de
ederler. Aslında, sünnet edilen bebeklerde acının objektif belirtileri vardır,
kalp atış hızında ve solunumda artış, kandaki oksijen seviyesinde düşme,
ve kortizol seviyesinde artış gibi. Sünnetten sonra çocuğun uyku alışkanlığı
değişir ve sosyal olarak uzak bir tavır sergiler. Yeme alışkanlığı
değişir ve annesi ile ilişkisi bozulur. Chamberlain, sünnetin toplumsal baskılar
sonucu oluştuğunu ve anababanın bunun sonuçlarından haberdar olmadığını
belirtir. Ayrıca doktorların bebeklerde acıyı inkar etmelerine çeşitli örnekler
verir. Bu açıklamalardan biri, operasyonu yapan doktorun ataerkil eğilimleri
olduğudur, yani çocuğun duygularını dikkate almadığıdır. Bu, erkek
doktorlar tarafından eğitilen kadın doktorlara da uygulanabilir. Daha da
fazlası, bazı doktorlar halen, eski, zamanı geçmiş "acının iyi,
kutsal ve hayatın gerekli bir parçası olduğu" inancına tutunuyor
olabilirler. Chamberlain, bebeklerin acıyı hissettikleri konusundaki doktorların
inkarının, kökü zayıfa karşı eğilim olan bir düşünce olduğunu tarihi
örneklerle ifade eder. Anestezi ABD'de kullanılmaya başlandığında,
doktorlar bunu Siyahlara, Asyalılara, Almanlara, İrlandalılara, gemicilere,
askerlere, köylülere, ve fakirlere - acıya dayanıklı oldukları gerekçesi
ile vermemişlerdir.


Sünnet: Bir Amerikan Sağlık Uydurmacası (1980) adlı
kitabında Wallerstein, 19. yy'ın sonları ve 20. yy'ın başlarında yapılan, ve
sünnetin bir sağlık prosedürü olduğunu söyleyen araştırmaları eleştirir.
Kabul edilemez boyutlardaki araştırma metodolojisi çarpıklıklarını
belirtir. Neden ABD'nin, erkek sünnetini dini olmayan sebeplerle kabul eden tek
sanayileşmiş ülke olduğunu açıklar. Bu, prosedürün sağlık sonuçları
hakkındaki uydurmacaların bir sonucu idi. ABD'de sünnet, kesilen prepusların
ilaç ve kozmetik sanayinde değerli bir malzeme olarak satıldığı gerçeği
ile de destekleniyordu.


ECS'nin varsayılan sağlık yararları, iyi-kontollü
bilimsel araştırmalar ile ispatlanamayan dayanaksız hipotezlerden başka bir
şey değildi. Bundan başka, araştırmacılar, doktorların bu prosedüre katıldıklarını
incelemişlerdir. Bu çalışmalardan biri, Denniston tarafından yapılan
"Iatrogenic Epidemic" adlı çalışmadır. ABD'de doktorların bu
uygulamaya zihinlerindeki inkar teorisi ile katıldıklarını söylemiştir. İnkar,
psikolojik şok yaşayan kimse için bir kendini savunma mekanizmasıdır. Buna
göre, kendileri de sünnet edilen doktorlar bunu başkalarına da yapmak
isterler, bu şekilde çocukken yaşadıkları zarardan kendilerini kurtarmak
isterler, bunu normal bir sağlık prosedürü olarak düşünerek de, suçluluk
duygusunu hafifletmeye çalışırlar.


Goldman , Sünnet:
Gizli Travma (1997)
kitabı ve Sünnetin
Psikolojik Sonuçları
(1999), adlı makalesi ile erkek sünnetinin
psikolojik sonuçları üzerinde geniş çalışmalar yapmıştır. Doktorların,
çocukların sünnetle ilgili yaşadıkları acıyı, çaresiz oldukları ve
kendilerini savunamadıkları için ihmal ettiklerini söylemiştir.
Anatomi çalışmaları, sinir hücrelerindeki kimyasal değişiklikler ve
bebeklerin davranışları konusundaki çalışmalar, onların acıyı yetişkinlerden
daha fazla hissettiklerini kanıtlamıştır. Amerikan Pediatri Akademisinden diğer
araştırmacılar Goldman'ın çalışması ile fikirbirliğine vardılar.
Bu araştırmacılar yaptıkları çalışmalarda sünnetli çocuğun annesine
karşı tavrının değiştiğini, uyku düzeninin bozulduğunu, ve acı verici
etkilere karşı aşırı şekilde tepki göstermeye başladığını tespit
ettiler. Bazı anneler, çocuğun sünnet edildiği günün hayatlarındaki en kötü
gün olduğunu belirtmişlerdir. Amerikan Psikoloji Derneği'nin tanımına göre
travma "insanın günlük hayat tecrübelerini aşan, olaylara denir, örneğin
fiziksel şiddet, işkence veya bireyin güvenliğini tehdit eden herhangi bir
şey." Fiziki şiddet bir tarafta vücuda yönelik herhangi bir istismardır,
işkence ise, aşırı stress veya acıya yol açan davranıştır. Her iki
durum da travmatiktir, saldırı veya yaralama, şiddet veya işkence amacıyla
yapılmamış olsa bile. Yukarıdaki tanımlar, eylemin kendisine ve eylemin
yapan kimsenin amacından bağımsız olarak buna verilen insan tepkisine
aittir. Bebek ne kadar küçük olursa, travmadan zarar görme ihtimali o kadar
fazla olacaktır. Goldman, insanların kendi sünnetleri ile ilgili duygularını
neden ifade etmediklerine dair bazı açıklamalar getirmiştir. Onların,
prosedürü-sağlık yararlarını düşünerek- yaygın bir inanç olarak gördüklerini,
ya da yaşadıkları acıyı hatırlamak istemediklerini, düşünmüştür.
Dolayısıyla, aşağılamayı veya acıyı hissetmemek için bir savunma
mekanizması ile onu bastırırlar. Bir diğer sebep, ECS'nin, çocuk konuşmayı
öğrenmeden çok küçük bir yaşta yapılıyor olmasıdır. Bu yüzden,
erkekler acı verici sünnet hatıralarını kelimelerle ifade etmezler, ancak
diğerlerine karşı duyarsızlık ve açıklanamaz öfke gibi davranışlarda
ifade ederler. Goldman, çocukları sünnet eden doktorların
psikolojisini analiz etmiş, ve onların biliçdışı bir şekilde, kendi acı
verici sünnet hatıralarını başkalarına yansıttıklarını söylemiştir,
çünkü o sırada bu kendileri için açıklanamaz bir travma idi. İnsanların
töre ve geleneklere uymak için inançlarını adapte etmeleri böyledir. Dolayısıyla,
tıp kurumundan erkekler, (ki aralarında sünnet yaygındır) sünneti
desteklerler, bahaneleri de, prepusun herhangi bir yararının olmadığı, ve
çocukların zaten birşey hissetmedikleridir. Sünnete kuvvetle inanan
doktorlar, kendi fikirleri ile uyum içinde olmayan yeni bilgileri şiddetle
reddederler. Kendi teorik inançları ve pratik uygulama ile arasındaki uçurum
büyüdükçe, yeni bilgilere karşı dirençleri artar. Prosedürü anababanın
istekleri doğrultusunda yaptıklarını söylerler. Dolayısıyla sünnet,
meslekten olmayanlarca karar verilen tek cerrahi prosedürdür. Ne var ki
doktorlar anababaların kararlarında, ECS'nin zararları ve prepusun
fonksiyonları konusundaki bilgileri saklayarak, ve hatta tavsiye edilir olduğunu
söyleyerek aktif rol alırlar. Öte yandan anababalar da, doktorlar katıldığına
göre prosedürün iyi olduğunu düşünürler, ve yapılmasını isterler. Her
iki durumda da, sünnet, sosyal olarak kabul edilebilir bir prosedür olduğu için
yapılır.


"Toplumsal olarak kabul görme" efsanesi kolay bitecek bir şey değildir. İnsanlar
sosyal gruplar içine girdiklerinde, bunu eleştirmezler, ve uymaya çalışırlar.
Özellikle ortak normlar karşı fikirlerce tartışılmaya açıldıkça, bu
normları savunmaya çalışırlar. Goldman, Yahudilikte sünneti araştırdığı
zaman, bunun Yahudi toplumlarında, Eski Ahit'in yazılmasından çok önceleri zaten yerleşmiş
olduğunu tespit etti. Dolayısıyla, sünnetin Kutsal Kitaba eklenmesinin,
anababalara yaptıkları için bir mazeret bulunması, ve suçluluk duygusunu
hafifletmek için olduğu düşünülebilir. Sünnet Kuran'da geçmiyordu, ne
var ki, geçerliliği hakkında pek çok teolojik tartışma vardı. Ve sünnetin
dinsel olarak meşruiyeti ile ilgili sorunlar yüzünden, hem Müslümanlar hem
de Yahudiler inançlarını sosyal geleneklere bağlamaktadırlar. Bu tür inançlar,
bir sessizlik duvarı arkasına gizlenmiştir, ECS'nin bir sosyal gelenek
olarak günümüze kadar devam etmesinin nedeni budur. Goldman tıbbi
"bilimlerin", gereksiz, zararlı ve sağlıksız sosyal geleneklerin
devam etmesindeki rolünü açıklamıştır. Bilimin tarafsız bir kurum olmadığını
ve kültürel değerlerden etkilenerek onlara hizmet ettiğini söylemiştir
.
Sosyal sistemlerin eski değerlerini korumalarının bir yolu da, güvenilirliklerini
doğru olmayan bilimsel araştırmalarla tazelemeleridir. Bazı entellektüeller,
gerçeklerin bu şekilde saklanmasında kritik rol oynarlar.


Cold ve Taylor'ın Prepus
(1999)
adlı makalesi, prepusun fizyolojik önemsizliği hakkındaki
yaygın tıbbi uydurmacayı sona erdirdi. Bu makale, detaylı bir şekilde
prepusun embriyonik gelişimini, anatomik yapısını, ve çeşitli fonksiyonlarını
anlattı. Hem erkek ve hem de kadın embriyoları prepus geliştirirler.
Bebeklik ve erken çocuklukta prepus, onları tahriş ve dışkılardan korumak için
doğal olarak penisin başına, ya da klitorise yapışıktır. Doğal ayrılma,
çocuk 4-17 yaşları arasındayken yavaş yavaş gerçekleşir. Bu anatomik gerçek
1949 yılındayken keşfedilmişti, ama çoğu doktor bunun farkında değildir,
ve bu doğal olayı sünnetle düzeltilmesi gereken patolojik bir yapışma
olarak teşhis ederler. Cold ve Taylor, prepusun kan damarları ve hafif dokunmayı
hissedecek sinir hücreleri ile dolu beş tabakadan oluştuğunu açıklamışlardır.
Bu, en hassas erkek organıdır, duyarlılığı parmak uçları, gözkapakları
ve dudaklarınkine benzerdir. Taylor, prepusun ince ve sinirlerle donatılmış
yapısını keşfetmiş ve British
Journal of Urology
'de 1996'da yayımlanan bir makalede tanımlamıştır.
Prepusta, yumurtalıklardakine benzer kas fiberleri vardır. Bunlar, idrarın geçmesine
izin veren, ama yabancı maddeleri engelleyen tek-geçişli valfler gibi işlev
görürler. Erkek ergenliğe yaklaştığında, bu kas fiberleri sayıca azalır,
ve yerlerini elastik fiberlere bırakırlar, taa ki iki fiber türü, cinsel ilişkide
prepusun hareketine izin verecek bir dengeye ulaşıncaya kadar. Prepus, ayrıca,
mikroplara karşı bir ilk savunma engeli olduğu düşünülen bağışıklık
hücrelerine de sahiptir. Dolayısıyla, sünnet, erkeği doğanın kendisine bahşettiği
bütün bu avantajlardan mahrum kılar.


Bazı doktorlar, ne var ki, konu hakkında elde
ettikleri bilgilerle sünnet konusundaki tutumlarını değiştirmişler,
kendilerini eleştirmiş, ve bunu meslektaşları arasında sorunlu bir konu
olarak ortaya koymuşlardır. B. Boyd, Sünnet
Açığa Çıkarıldı : Tıbbi ve Kültürel Bir Geleneği Yeniden Düşünmek
(1998),
adlı kitabında, bazı Amerikan pediatrisyenlerin, sünneti, ve çocuğa verdiği
acıyı yeniden düşündükten sonra prosedürü uygulamaktan vazgeçtiklerini
anlatmıştır. Boyd, erkek sünnetinin ABD'deki tıbbi ve kültürel yönlerini
anlatmıştır. Tıbbi yönden, prepusun işlev ve yapısını, ve erkek ve kadın
sünnetleri arasındaki benzerliği vurgulamıştır. Boyd, tıp
profesyonellerin sünnetin yararlı olduğu yönündeki bütün savlarının
bilimsel araştırmalar tarafından çürütülmesine rağmen, modern tıp
kurumunun sünneti uygulamasını ve meşrulaştırmasını eleştirmiştir.
Daha sonra Boyd, mastürbasyona, cinsel yolla bulaşan hastalıklara,
penis ve rahim kanserine, idrar yolları iltihabına ve son olarak AIDS'e
karşı sünnetin iyileştiriciliği ve önleyiciliği hakkında ne söylenmişse
hepsini çürütmüştür. Dolayısıyla sünnet, hastalıkları iyileştiren,
geçerliliği bilimsel olarak kanıtlanmış bir prosedür değildir. Aslında
"hastalık arayan bir cerrahi uygulamadır". Bundan başka Boyd, diğer
doktorların ECS'yi eleştirme çabalarının bir gözden geçirmesini yapmıştır.
Kültürel bakış açısından, sünneti uygulayan dini grupların, fikirleri
dini kaynaklardan gelmese bile, sünnete çok güçlü bir şekilde inanadıklarını
belirtmiştir. Ayrıca çocukları zarardan korumak yolundaki içgüdüleri ve
dinsel kurumlarının istekleri arasında çelişkiye düşen bazı Yahudi asıllıların
açıklamalarını incelemiştir. Onlar da sünnete eleştirel bakmaya başlamış,
ve yenidoğan hakkında dualar okumakla yetinmişlerdir. Onlara göre önemli
olan ruhsallıktır, ve bu yüzden de kan döküp bebeği önemli bir vücut
parçasından mahrum bırakmanın da anlamı yoktur. Bariz bir şekilde sünnet,
ataerkil toplumların zayıfları ve güçsüz kitleleri kontrol etmek için
kullandıkları bir yöntemdir. Sünneti destekleyen bütün dinsel açıklamalar,
onu geçerli bir gelenek yapmak için bulunan bahanelerden başka birşey değildir.
Boyd, meşhur 13. yy fizisyen ve filozofu Moses
Maimonides
'in (İbn Meymun) görüşünü bir kanıt olarak sunar. Sünnetin
erken yaşta yapılmasının sebebinin, bebeğin sünneti reddetmesinin imkansızlığından
ve kontrol etmenin kolay olmasından kaynaklandığını, sünnet bir
ergene yapıldığında, onun basitçe karşı koyacağını belirtmiştir. Ayrıca,
eğer çocuk büyür ise, anababasının ona karşı duygularının daha güçlü
olacağını, ve ona zarar vermek istemeyeceklerinden prosedürün uygulanmasına
karşı koyabileceklerini söylemiştir. Boyd, sünnetin toplumsal önemi ile
ilgilenmiştir. Bunun kişiye bir çaresizlik hissi verdiğini, çünkü kendini
savunamayan çaresiz bir bebek aşırı acı ile karşılaştığında, bu tür
şiddetin bütün yaşamı boyunca kendisine hayatta kalmak yönünde bir fayda
sağlamayacağını öğrendiğini söylemiştir. Toplum, sünnetin psikolojik
etkisi üzerindeki inkarında ısrar ettikçe, bu etki artar. Bu, ırksal,
cinsel ve etnik ayrımcılığın uygulandığı toplumlardakine benzer bir
durumdur. Boyd, sünnet edilip edilmeme kararını verebilecek tek kişinin
bireyin kendisi olduğunun altını çizmiştir. Amerikalı doktor, avukat ve diğer
entellektüel aktivistler, Boyd'un fikrini paylaşırlar. Boyd, ayrıca KCS'na karşı
olmakla birlikte ECS'yi durdurmak için aktif rol almayan Amerikalı
feministleri eleştirmiştir. Boyd, kendi ülkelerindeki çocukların vücutlarına
karşı şiddet içeren bir saldırıya sessiz kalırken, yabancı bir ülkedeki
benzeri uygulamayı eleştirmelerini doğru bulmamıştır. Bu tür bir tavrın,
feministlerin hakim sosyal kültüre sadakatlerini gösterdikleri politik bir
uzlaşma aracı olduğunu, böylece feministlerin daha az yaygın bir uygulama
olan göçmenlerdeki KCS ile mücadele etmek için kendilerine daha geniş bir alan
sağladıklarını belirtmiştir. Bu, bazı beyaz işçi hareketi liderlerinin, ırk
ayrımı konusunda seslerini çıkarmamaları ile benzer bir
stratejidir.


Lightfoot-Klein, KCS'nin
Afrika'daki haklı çıkarma şekillerinin, Amerika'da ECS'yi


haklı çıkarma şekli ile
aynı olduğunu gösterdi


Ne var ki, feministler ECS'yi yeniden düşünmeye başladıkça,
KCS'nin tamamen farklı bir konu olduğu yolundaki eski inançlarını değiştirdiler.
En çok bilinen makalelerden biri Lightfoot-Klein'in 1994 yılındaki Sahara-Altı
Afrika'daki Kadın Cinsel Sakatlaması Altında Yatan Yanlış İnançlar ve
ABD'deki Yenidoğan Sünneti : Güncellenmiş Kısa Bir Rapor
adlı
makalesidir. Burada ECS ile - geçerliliğine pek ikna olmadığı halde- çok
ilgili olmadığını, çünkü bütün çalışmalarının kadınlar ile ilgili
olduğunu, ECS ile savaşta aktif olmamasının sebebinin bu olduğunu, yani
bunun kadınların anlayamayacağı bir erkek meselesi olduğunu ileri sürmüştür.
Ayrıca bu kendisiyle de pek ilgili değildir, çünkü o bir kadındır. KCS
ile ilgili çalışmalarına Afrika'da devam ettikçe, iki cinsteki cinsel
yaralamalarda benzerlikler bulmuştur. Lightfoot-Klein, KCS'nin Afrika'daki
mazeretlerinin , Amerika'daki ECS mazeretleri ile aynı olduğunu bulmuştur. Bu
tür benzerlikler, sünnetin çocuğu önemli bir vücut parçasından mahrum bırakmadığı,
sadece gereksiz bir deri parçasının alınması olduğu, güzelleştirici bir
prosedür olduğu, enfeksiyona ve diğer hastalıklara engel olmak gibi sağlık
yararlarının bulunduğu, ve doktorlar buna katıldığına göre yararlı
olması gerektiğidir. Her iki cinste de erkek ve kadınlar, uzun dönem sonuçlar
ile çocukken oldukları sünnet arasında bir bağlantı kurmazlar. Ayrıca ne
erkeklerin, ne de kadınların sünnetli değilseler eş bulamayacakları iddia
edilmektedir.


Diğer düşünürler, daha iyi bir gelecek yaratmak için
kadınların
her iki cinsten çocukların haklarını savunmaları gerektiğini anlamışlardır.
Bu düşünürlerden biri, Uluslararası Tarihi Psikoloji Derneğinin kurucusu
ve başkanı, Psikolojik Tarih Dergisi'nin editörü olan DeMause idi. İnternette
Tarihsel
Dönüşümün Keskin Sırtında Kadınlar ve Çocuklar
(DeMause n.d
‘1’) adlı makaleyi yayımladı. Bu makalede, tarihsel gelişimin, eski
neslin çocukluk travmalarını yeniden düşünmesi, ve aynısını çocuklarına
yapmamaya karar vermesi ile gerçekleştiğini iddia etmiştir. Tarihin
Psikojenik Teorisi
adlı bir diğer makalede, DeMause, çocuk yetiştirmedeki
bu tür bir iyileştirmenin, daha iyi bir toplum yaratılmasına yarayacak
sosyal, ekonomik, ve politik evrimde liderlik rolünü oynayabilecek yeni kişiliklerin
oluşumunu sağladığını söylemiştir.


"Neden tecavüz, kadınların
dövülmesi, ve sünnet gibi sorunlarda objektif olmalıyız?

...zayıfın yanında olup, kralın çıplak olduğunu söylemenin zamanı gelmiştir!"


İnsan hakları eylemcileri, Nobel'in "Sadece Hayır De:
İktidar Meseleleri"(1991) makalesinde bu akım ile fikir birliğine varmışlardır.
Nobel, güçlü sosyal aktörler tarafından haksız muameleye tabii tutulan
"zayıf" kişi ve grupların haklarını savunmada
"objektiflik" fikrini reddetmiştir. "Acaba neden tecavüz, kadınların
dövülmesi ve sünnet gibi konularda objektif olmalıyız? " diye sormuştur.
"Artık zayıf ile taraf olmanın ve kralın çıplak olduğunu ilan
etmenin zamnı gelmiştir!" demiştir.


ABD'de bazı entellektüeller, ECS karşıtı harekete öncülük
etmişlerdir. Çabaları, ECS oranında 1980'lerde %90'lardan , 1990'ların başlarında
%60'lara kadar düşmeye neden olmuştur. Aktif bir Amerikan kuruluşu olan,
Erkeklerin Rutin Yaralaması ve İstismarını Durdurma Ulusal Örgütü (NOHARMM)
'ın dağıttığı bir kitapçıkta hergün erkeklere yapılan vücut
yaralamalarına karşı çıkan entellektüellerin bir tanımı yapılmıştır.
Kitapçık , sünnet edilerek bu
travmatik tecrübeden zarar gören erkeklerin tanıklıklarını içermektedir.(NOHARMM,
1994)


Mısır'da erkek sünneti hakkında bir araştırma yapılmamıştır.
Bulduğum en erken yazılı kaynak Joseph Lewis'in Sünnet: Bir Yahudi
Aldatmacası
adlı kitabının Essam Eddin Hefny Nassif tarafından yapılan
bir tercümesidir. Kitap, sünnetin özellikle eski kültürlerdeki tarihsel arka
planı ile ilgilenir. Nassif, İslamiyete dönen bazı Yahudi asıllıların İslami
düşünceye taşıdığı Yahudi fikirleri; "İsrailiyyat",
ile
ilgili yorumlar yapmıştır. İsrailiyyat, "sünnetin İslamın gereklerinden
biri olduğu" yanlış iddiasının yerleşmesine yol açmıştır. Ne var
ki bu, rabbiler tarafından
yayılan zararlı bir aldatmacadır. Bu, ayrıca, İsraillileri Filistini işgal
etmeye cesaretlendiren politik anlamı olan bir semboldür.


Yazar Mohammed Afifi, Sünnetin Şaşırtıcı Rehberi (1997)
adlı makalesinde, Nassif'in kitabını gözden geçirmiştir. Afifi, sünneti
rabbilerin sadizminin bir temsili olarak düşünmüş, ve onu ilkel insanın
imgeleminde canlı olan, eski kana susamış tanrıların yeni bir Yahudi
canlandırması olarak anlatmıştır. Afifi, sünnetin önleyici bir
cerrahi olarak yapıldığıyla ilgili tıbbi efsanelerle alay etmiş,
bunları "saçma" olarak nitelemiştir. "Neden kişisel hijyeni
reddeden, ve vücut salgılarının günlerce birikmesine- ta ki kanser oluncaya
kadar- izin veren iğrenç bir insanın varlığını kabul edelim ki? Eğer bu domuz gerçekten
oradaysa, kanseri hakkettiğine siz de katılmıyor musunuz?!" Afifi, sünnetten
ölenlerin, kanserden ölenlerden çok daha fazla olduğunu söylemiştir.
"Neden çok yaygın olan göğüs kanserini önlemek için yeni doğan kız
çocuklarının memeleri sekizinci günde alınmaz?!" diye tepkisini ortaya
koymuştur. Afifi, daha sonra İslam'da sünnetin gerekliliğini çürüten
Nassif'in görüşünü açıklamış, ve Şeyh Şaltut'a atıfta bulunmuştur :


Şeriat'ın sünnet hakkındaki görüşünü - elde hiçbir
yazılı kaynak olmadığı için - bir kimseye çıkarlarına olmadığı sürece acı vermenin yanlış olduğu, ve acı verildiğinde
de, sağlanacak yararın bu acıdan daha büyük olması gerektiği şeklindeki
genel görüşe dayandırıyorum. Sünnet hakkındaki bütün görüşleri gözden
geçirdikten sonra, benim kannatim, Peygamberimizin Sünnetine göre, bunun herhangi bir dini
anlamının olmadığıdır. Bu sonuca, bazı erken din adamları tarafından
da ulaşılmıştı. Bunlardan biri şöyle demişti: " Sünnet için
herhangi geçerli bir referans yoktur- ne anlatılan hikayelerde, ne
de Peygamberimizin Davranışlarında" (Afifi 1971)





Afifi,
uzay çağında sünnete ısrar etmenin akıldışı olduğu sonucuna varmıştır.


Gamal el Banna, bu konudaki görüşünü Erkek
ve Kadın Sünneti Konusunda Bir Görüş Açısı (1999)
adlı
makalede belirtmiştir. Sünnetin Peygamberin Sünneti açısından
zorunlu olduğu fikrini geri çevirmiştir. Ona göre zorunlu olan, Allah'ın
Peygambere yapılmasını emrettikleridir. Bu sünnet için geçerli değildir.
Bundan başka, El Banna, sünnetin, Kuran'da belirtilen yaratılışın mükemmelliği
ile çelişkili olduğunu düşünmektedir. Sünnet insan vücuduna bir şey
eklemez, tersine bir ampütasyondur. Dolayısıyla, bunu çocuklara dayatmamalıyız,
ve Allah'ın onlara verdiğinden mahrum kılmamalıyız, çünkü vücudunu bütün
olarak muhafaza etmek onun hakkıdır.


Dr. Nawal El Sa'adawi, Mısır basınında erkek ve kadın
sünneti ile ilgili pek çok makale yazmıştır. 1995 Ekim'inde yayımladığı
ilk makale, 1954'te tıp okulundan yeni mezun olduğunda, her iki cins üzerinde
bu operasyonu yapmayı reddetmesi ie ilgilidir. Teşrih bıçağının, vücudun
sağlıklı bir dokusunu kesmek için kullanılmaması gerektiği konusunda
kendinden emindir. Doktorlar tarafından "önleyici cerrahi" diye
bahsedilerek yapılan, ancak daha sonra araştırmalarla zararlı olduğu anlaşılan
appendektomi, tonsillektomi, adenoidektomi gibi operasyonlardan bahseder. Sünnetin
zararlı olduğunu gösteren bazı modern çalışmalardan söz eder. Ayrıca,
konu ile ilgili Avrupa ve ABD'de yapılan konferanslara değinir. Ona göre sünnet,
kölelik ve insan kurban etme törenlerinin bir kalıntısıdır. Daha başka,
prepusun yararlı işlevlerini açıklamış, ve her iki cinste de prosedürün
dezavantajlarından bahsetmiştir.



...sünnetin sağlık gerekçeleri,
onun baskıcı tabiatını gizlemek için bulunan bahanelerden başka bir
şey değildir.



Dr. Sa’adawi Rosal Youssef Dergisinde, erkek sünnetinin
ataerkil toplum yapısı ile ilgisini gösteren bir makale yayımlamıştır.
Eski Ahit'te yeralan, İbrahim'in sünnet hikayesini, Hager ve oğlu İsmail'i
geri göndermekte geç kalması üzerine Sarah'ın intikam alması olarak
yorumlar. "Toprağa karşılık Sünnet" şeklindeki Yahudi deyişi için,
açıklamanın, insanlık tarihi boyunca güç ve toprak için çatışmalar ve
eski köle toplumlar üzerine daha fazla çalışma gerektirdiğini söylemiştir.
Dr. Saadawi, sünnetin sağlık gerekçelerinin, onun baskıcı doğasını
gizlemeye yarayan mazeretlerden başka bir şey olmadığını yazmıştır. Dr.
Saadawi, ABD'de 1993-95 yılları arasında Duke Üniversitesi'nde öğretim görevlisi
iken, ECS hakkında pek çok güncellenmiş belgeye ulaşma imkanı bulmuştur.
Ayrıca sünnetin iki teolojik yorumunu da ele geçirmiştir: biri Şeyh
Muhammed Abdu'nun , diğeri de Şeyh Mahmud Şaltut'un. Her ikisi de, sünnet
ile İslam arasında bir bağlantı olmadığını söylemektedir. Daha sonra,
aynı prosedürün Yahudilikte, bebeğin doğum kirliliğinden sünnette dökülen
kan ile arınması anlamına gelmesinin önemini belirtmiştir. Bu tören, Hıristiyanlıkta
suyla yapılan vaftiz ile yer değiştirmişti. 10. yy'da yaşayan arap doktor
El Raazi, sünnet de dahil olmak üzere, sağlıklı insan vücuduna
herhangi bir müdahaleye itiraz ettiğini söyledi. El Raazi'nin kitaplarının
Mısır'da yasaklandığına değindi. Eğer bu kitaplar bulunur olsaydı,
insanlar sünnete karşı çağrının Batı kaynaklı değil, akıl ve
akıldışılık arasındaki en eski yerli tartışmaya dayandığını
bileceklerdi.


Dr. El Saadawi de "Rosal Youssef" dergisinde 1999'da, bebeğinin
vücut bütünlüğünü korumaya çalışan, ancak sünnet konusunda ısrarlı
olan ailesine ve doktora karşı nasıl savunma yapabileceğini bilemeyen genç
bir anneye cevap olarak bir makale yayımlamıştır. Anne, Dr. Saadawi'ye konu
hakkında bazı bilgiler yayınlamasını rica etmiştir. Dr. Saadawi, sünnetin
tarihi ve kültürel boyutu hakkındaki ilk makalesini yayımladıktan sonra,
dergi onun ikinci yazısını geri çevirir. Ne var ki Dr Saadawi, prepusun duyarlılığı, bağışıklık
sistemindeki görevi, ve onu çıkarmanın zararları hakkında kısa bir bilgi
sunmuştur. Daha sonra psikolojik problemleri ve çocuğun karşı karşıya
olduğu travmatik tecrübeyi anlatmış, ve anestezi altında yapılsa
bile, lokal anestezinin beş tabaka deri altına işleyemeyeceğini, genel
anestezinin de tehlikeli olduğunu söylemiştir. Ayrıca, sünnetin
erkeklerdeki cinsel sorunlara, ve başta kadınlara karşı olmak üzere şiddete
neden olduğunu söylemiştir.




III) Teorik Çerçeve


A) İlk Teorik Çerçeve : Cinsiyet



Benim analitik çerçevem, feminist cinsiyet teorisine dayanır.Burada cinsiyet, hakim erkek ve kadın kültürel imajını ve kimliğini
oluşturmak için yapılan sosyal müdahale olarak tanımlanır. Bu müdahale,
erkek ve kızları varsayılan ataerkil cinsiyet rollerine sokmak için erken yaşlarda
başlar. Feminizm, aydınlanmacı eşitlik ve özgürleştirme kavramlarına
dayanır, ve zayıf ve savunmasız sosyal gruplar için daha eşit bir toplumu
yaratacak sosyal değişimi getirmeye çalışır. (Lenon and Whitford 1994)
Feminist bakış açısı, bu tür sosyal değişimin, etnik ve sınıf özellikleri
dikkate alındığında önce kadınlara hizmet edeceğini görür. Ne var ki,
ataerkillik altında dışa itilen ve tam haklarından yararlanamayan bütün
toplumsal gruplar bu tür bir değişimden yararlanacaklardır. Bu gruplar,
her iki cinsten çocukları da içerir. (Sacks 1980)



a) Ataerkil Cinsiyet Politikası ve Eğilimler


Ataerkil toplumlarda, ekonomik bağımlılıkları nedeniyle
her iki cinsten kadın ve çocuklar daha düşük konumdadırlar. Koruma ve günlük
yaşamlarının sağlanması açısından, kadınlar kocalarına, çocuklar da babalarına bağımlıdırlar.
Karşılığında onun otoritesine itaat ederler.(Lerner,
1986) Bağımlılığın bu etkisi, ancak günlük yaşamın temin edilebildiği
geleneksel ekonomik sistemden- ki burada kadınların sosyo ekonomik değeri
olan ev aktiviteleri vardır- bu tür ev hizmetlerinin sosyal olarak
değerlendirilmediği pazar ekonomisine geçişte artar. (Meillassoux, 1972) Bu
tür durumlarda, kadınlar bağımsız kararlar alamazlar, başka türlü
davranmaya çalışan kimse toplumda kabul görmez, ve toplumsal sınırları aşmaya çalışan
kimse olarak düşünülür.


Ataerkil toplumlarda kadınlar iktidar ilişkilerinde
yer alamazlar, çünkü kanun ve gelenekleri koyanlar erkeklerdir. Dolayısıyla
kadınlar bu tür ataerkil toplumlarda "aşağı"dadırlar, ve düşük
sosyal konumda yaşamak durumundadırlar. Ataerkil işbölümünde kadının
en önemli ürünü çocuklardır. Ne var ki, çocuklar anneleri ile ilişkilendirilmezler.Bu yüzden -belli bir anne bakımından sonra-
çocuklar annelerine değil, babalarına ve
onun akrabalarına ait olurlar.(Moghadam 1993: 105) Kadınlar, sessizlikleri ile bu
tür bir cinsiyet politikasının devamından sorumludurlar. (Smith,
1987: 34).




b)
Erkek ve Dişi İmajlarının oluşturulması



Sherry Ortner, kadının sosyal konumundaki düşüklüğü
erkek ve dişi imajlarının ataerkil yapılanmasına bağlamıştır: kadın
her zaman doğaya, erkek de kültüre bağlıdır. Kadınlar kendi tatmin ve
yaratıcılıklarını çoğalmada bulurlar, erkekler ise yaratıcı
yeteneklerini teknoloji ve kültürde sergilerler. Dolayısıyla erkek güçlü,
üstün, entellektüel, saf ve baskındır, kadın ise
tersine doğaya bağlı, aşağı konumda, zayıf, kirli, itaatkar, ve eve bağımlıdır.(Moore, 1988: 12-24).


Geleneksel toplumlarda, doğacak çocuklar kendisine değil
kocasına ve akrabalarına ait olmasına rağmen, "üreme" kadının asıl görevidir.
Üreme, genç kadınların sosyal konumlarını belirler. Sosyal konumun
belirteçlerinden biri, kişinin emeğinin ürünlerini kontrol etme yeteneğidir.(Moore,
1993: 31-32) Ataerkil iş bölümü ve cinsiyet politikası, kadını bu hakkından
yoksun bırakır.




c) Her iki cinsten çocuklar ve kadınlar arasındaki bağ


Ataerkil geleneklere göre, kadının en yüksek amacı bir
anne olmak ve erkek çocuklar doğurmaktır. Onun sosyal konumunu anne olma
yeteneği belirler. (Inhorn, 1996) Kadınların erkek çocuklarına kız çocuklarından
daha fazla özen gösterdikleri bilinir, çünkü erkek çocuklar daha hassas ve
savunmasızdır. Bu yüzden, temel amaçları, onları yaralanmaktan ve acı çekmekten
korumaktır. (Abd el
Salam, 1998) Smith'in günlük olayların politik yönü ile ilgilenen teorisine
göre, kadınların çıkarları her zaman politik kabul edilir.(Smith, 1987)
Buna göre, kadının çocuklarını korumak yönündeki temel duygusunun ihlali
olan olaylar açıklanarak -ki bunların en önemlisi sünnettir- bunların
ardındaki, kadınların çıkarlarıyla ilgili politik oyunlar açığa çıkarılabilir.
Smith'e göre, kadınların günlük yaşamları ile ilgili, sosyal güç
sahiplerinin iddia ettiği gibi önemsiz ve ilgisiz hiçbir şey yoktur. Bu
araştırma önemlidir, çünkü masum ve doğal olarak gözüken, ancak öyle
olmayan bir uygulamanın gizli yönlerini ortaya çıkarmaya çalışır. Bence
de, bir sosyal fenomenin gizli yönleri, bariz açık yönlerinden
daha önemlidir.




d)
Bir sosyal kontrol mekanizması olarak cinsiyet



İnsan vücudu üzerinde uygulanan geleneksel uygulamalar ve
sosyal kontrol ile ilgili pek çok çalışma vardır. İnsan vücudu,
bireylerin vücutlarını sosyal olarak kabul edilen imaja sokmak şeklinde,
sosyal kontrol için iyi bir araçtır. Bu, kadın vücudunun fiziksel görünümü
ve ağırlığı sözkonusu olduğunda oldukça aşikardır, eğer kadın bu
beklentilere uymaz ise, sosyal olarak terapiye ihtiyacı olduğu düşünülür.(Bordo,
1993) Nancy Scheper- Hughes (1987), somut olandan soyuta doğru, insan vücudu
ile ilgilenmenin üç değişik basamağını tanımlamıştır. İlk, ve en
somut basamak tek bir vücuttur. Bu düzeyde, vücut, acı ve zevk hisseden insan
vücudu olarak düşünülür. Bireyin, belli subjektif duyumları algılayabileceği
ve tepki verebileceği düzey budur. İkinci düzey, vücudun kişisel özellikleri
olmadan soyut bir obje olarak düşünüldüğü sosyal vücuttur. Bu düzeyde,
toplum kendi sembollerini vücut üzerinde belli edebilir. Üçüncü düzey,
politikadır, bu düzeyde toplum, bireyin kendi vücudu ile neler yapabileceğinin
sınırlarını, ve neyin yasak olduğunu belirler.


Kadın ve çocuklara karşı olan sosyal eğilime son vermek
için, cinsiyet konularını, önemsiz oldukları ve gelişmekte olan ülkelerde
ilk sıranın ekonomik gelişmeye verilmesi gerektiği iddiası ile gözardı
edemeyiz. Bu mantık, ataerkil sosyal iktidar politikasını gözönüne almayan, aşırı
basit bir yaklaşımdır. Cinsiyet problemlerini hesaba
katmadan gelişme, tam olamaz.(Hatem, 1986) Bu analiz her iki cinsten erkek ve kızlara
uygulanabilir. Yani çocuklara zarar veren konular ortaya çıktığında,
"bu kadınların toplumsal durumunu geliştirme önceliklerinden biri değildir" diye
sessiz kalınması doğru değildir. Güçlüler, zayıfları bir komplo ile idare
etmezler, ama onlara bu imkanı veren sessizlikleri ile zayıflardır. Aslında
zayıfları da sessiz yapan, yalnızlık, aşağılık olma , güvensizlik,
zayıflık duyguları ve kendilerine güven eksikliğidir. (Janeway, 1980)
Foucault'un analizine göre, sosyal geleneklerin cinsiyet bağlamında
tartışmaya açılması, zayıfların yararına bir sosyal değişimi
beraberinde getirir. (Foucault 1984:
6-8).




e)
Erkeklerin Özgürlük Hareketi


Ataerkil bir toplumda, erkekler de cinsiyet ayrımcılığı
ve baskıdan paylarına düşeni alırlar. 1970'lerin ilk yarılarında bazı
cinsel eşitlikçi erkekler Batıda erkek özgürlüğü hareketini başlatmıştır.
Bu hareketin liderleri, ataerkil toplumda kendilerine liderlik veren
sosyal kurumlardan sağladıkları avantaj ile, geleneksel erkek imaj ve rolünün
gereklerine ulaşmak için kendilerine yüklenen kişilik ve vücut şeklinin yükünü
karşılaştırmışlardır. Bu imaja göre, erkekler hassas olmamalıdır,
fakat sert, vahşi, ve güçlü olmalıdır, ve kadınlara dünyayı bir
cehenneme çevirmelidir. Özgürleşme-eğilimli erkekler, sert olmalarını
bekleyen ve kendi duygularını özgürce ifade etme imkanından yoksun bırakan
önceden belirlenmiş cinsiyet rollerine isyan etmişlerdir. Cinsiyet rollerinin
bu şekilde katı bir biçimde bölümlenmesinin erkekler için bir dezavantaj
olduğunu, ve bunun kadınların kullanılmasında bir faktör olduğunu düşündüler. Bu yüzden,
tıpkı sınıf ve etnik kimlikleri gibi, cinsiyet kimliğinin de sosyal rolü
tanımlamaması gerektiğini savundular. Yani, cinsiyet kimliği olduğu gibi
kabul edilmelidir, ancak, sosyal roller önceden katı bir şekilde tanımlanmış
olmamalıdır. Dolayısıyla, kadınlar liderlik pozisyonuna ulaşabilmeli,
erkekler de besleyici, bakıcı rolünü oynama şansına sahip olmalıdır, ya
da bunun tersi. Bu hareketin üyeleri, cinsiyete göre rol bölümünü tartışmalı
bulmuş, ve geleneksel cinsiyet rollerine bir son vermeden bu sorunun çözülmeyeceğini
düşünmüşlerdir. Toplum, erkeklere üstünlük veriyormuş gibi gözükmesine
rağmen, bazı erkekler gerçekten de güçlü olduklarını düşünmemektedirler.
Bu tür ataerkil toplumlarda, erkekliği vurgulayan tek kriter, onun kadınlarla
olan ilişkisindeki başarısıdır. Dolayısıyla, erkek, inisiyatifi eline alma, ve bu amacı gerçekleştirmek
üzere bütün adımları atmak zorundadır. Ama gene de, geleneksel sosyal
erkeklik imajı nedeni ile, duygularını ifade etmesine izin yoktur. Bu çelişkili
durum, bir partner olarak erkeğin verimli bir şekilde hareket etmesine engel
olur. Buna göre, kaba olmak ve kadın partneri ile mekanik bir ilişki içine
girmek zorundadır. Bu durum, onu önemli bir insan hakkından yoksun kılar.
Dolayısıyla, ataerkil sosyal normları takip eden insanlar- erkek ya da kadın-
baskıdan eziyet çekerler. Erkeğin duygusal ezikliği kadın üzerinde yansır,
çünkü diğer erkeklere gücünü kanıtlamak zorundadır. Bu şekilde kadın
bir seks objesine dönüşür, erkek de ataerkil toplumsal normlarında bir başarı
objesi olur. Dolayısıyla her iki cinsiyet de, ilişkide bulunan insanlar
yerine objeler oluverirler.


Özgürlükçü erkekler, feminist hareketle işbirliklerinin,
cinsiyet ilişkilerinde beklenen değişikliği getireceğini düşündüler.
Ancak 1980'lerin başlarında, erkek özgürlükçü hareketi ikiye bölünmüştü.
Muhafazakar grup, feministlerin kendi cinsleri için kazançlar elde etmek üzerine
yoğunlaştıklarını düşünüyordu, bu yüzden hareketten ayrıldılar ve
kendilerinin de baskı ve cinsiyet ayrımcılığının kurbanı olduklarını düşündüklerinden
"erkeklerin hakları" diyen kendi gruplarını kurdular.
Feministlerle başlangıçtaki gibi işbirliği kurmak yerine, onlara sırtlarını
döndüler, çünkü feminist hareketin, kadınların toplumdaki geleneksel
rollerini sürdürmelerine izin verdiğini, ve buna ek olarak erkeklerle yarış
içine girme ve onların otoritesini paylaşma imkanı tanıdığını düşündüler.


Erkek özgürlük hareketinin ilerlemeci sol kanadı
ise, her iki cins için yükleri kaldırma hedefi içinde olan kadınların özgürlükçü
hareketi ile işbirliği içinde kaldı. Ataerkil toplumun kritik bir dönem içine
girdiğini, ve onu yenmenin tek yolunun, kurulu toplumsal kurumları - aile gibi-
işbirliği, barış ve cinsler arasındaki eşitlik ile karakterize edilen
kurumlar haline getirmek olduğunu düşündüler. Erkek hareketinin solcu üyeleri,
ataerkil toplumun erkeklerin vücutlarını fiziksel kuvvet ve şiddet
sembolleri ile işaretlediklerini gördü. Erkekliği tanımlayan sosyal
gelenekler- spor gibi- erkek vücudunda, yumuşak kadın vücuduna ters olacak
şekilde izlerini bırakmaya çalışır. Cinsiyet kimliği sadece belirli işaretlerin
sembolik bir sistemi değildir. Ayrıca somut maddi belirtileri vardır, bunlar
arasında özel iş ve alanlarının temelde kadınlara, kamusal olanların ise
erkeklere ayrılması gibi işbölümü de vardır. Dolayısıyla geleneksel
cinsiyet kimliği, sosyal kimliğini etkiler. Erkeklere otorite ve
güç verilir, kadınlar ise üreme ve çocuk bakımı ile ilgilenirler. Bu
krizi aşmak, ve sosyal adaleti yaratmak için, özgürlükçü kadın ve
erkekler cinsiyet politikasını geliştirmek için işbirliği yapmak zorunda
olduklarını düşündüler. (Messner 1998; Martin 1998, Lorber 1998).


Makalenin tamamı : http://www.noharmm.org/muted.htm

Erkek Çocuk Sünnetinin Ahlaki Yönü



Özet


İnsan Hakları. Uluslararası insan hakları kanunları tıbbi etiği derinden etkilemiştir.
3 6 9 13 14 19 21 22 38 39 48 49 54 59 64 Bu sayfa, bu yüzden, tıbbi etik dökümanlarının üzerine insan hakları etiğini de endekslemektedir. Dünya Tıp Birliği'nin " Tıbbiyeci Yemini " doktorların tıbbi bilgilerini "insanlık kanunları" ile uyumlu bir şekilde uygulamalarını
gerektirir. 3 Avustralya,21 Kanada,22 Norveç,38 ve ABD40
'
nin hepsinin tıp etikleri, doktorların, hastalarının insan haklarını gözetmelerini gerektirir. Birleşik Krallık hastaların insan haklarına saygıyı İnsan Hakları
Kanunu (1998) ile yasal bir yükümlülük haline getirir.48 65 Çocukların
da genel insan hakları enstrümanları altında hakları vardır. 52 54 Çocukluklarından dolayı birtakım özel korumaları da ayrıca vardır.53 56 Önceki Yugoslavya'nın Birleşmiş Milletler Komisyonu, sünneti cinsel saldırı ve insan hakları ihlali olarak tanımlar..60 Çocuk
Hakları Bildirgesi'nin 24.3 'üncü maddesi 56 , " çocukların sağlığına zararlı gelenekselleşmiş prosedürler" tanımı ile sünneti kasteder.
Bu nedenle çocukların sünneti çeşitli insan hakları kanunlarını ,58 63 66 devamlı
olarak ihlal eder, ve etik olmayan tıbbi prosedür başlığı altında incelenmesi gerekir.


Zalim ve düşürücü davranış.
Zalim ve düşürücü (insan sağlığını, haysiyetini olumsuz yönde etkileyen, kalıcı sonuçları
olan) davranışlar bir insan hakları ihlalidir.48 52 54 53 Sünnet zalim ve düşürücü bir davranıştır çünkü erkek cinsel organının görünüm ve işlevini, büyük miktarlarda
sağlıklı, koruyucu , erojen doku çıkararak tahrip eder.
Doktorlar zalim ve düşürücü davranışlarda yer almamalıdır.9 21
Doktorlar zalim, düşürücü davranışları profesyonel örgütlere ya da üstlerine, eğer mümkünse insan hakları örgütlerine bildirmelidir. 25


Bilgilendirildikten Sonra Rıza Gösterme.
Doktorlar hastalarının otonomisine saygı göstermelidirler.35 Herhangi bir
cerrahi prosedür öncesi rıza alınması gerekir, yoksa müdahele
başka şekilde tanımlanır.23 Geçerli rıza gösterme ancak tam olarak bilgilendirilmiş biri tarafından yapılır. 24 35 48 Kişinin kararı verecek kapasitede olması gerekir.26 35 Rıza gönüllü
ve baskıdan uzak olmalıdır.27 35 Tıbbi etik doktorların hastalarına veyahut temsilcilerine bütün maddi bilgileri vermiş olmaları gerekir.18 24 28 Alternatif tedavi yöntemleri hakında da bilgi verilmiş olması gerekir ki bunun içine tedaviyi reddetme seçeneği de girer.18
28 35 40 Sünnet -olmama gerçekleştirilebilir ve makul bir alternatiftir, bu yüzden fizisyenin sünnet-olmama hakkında da tam bilgiyi vermiş olması gerekir.40 Hasta kanuni olarak yetersiz halde olduğunda, onun yerinde araştırma ve müdahele iznini verecek bir temsilcinin bulunması gerekir.18 26 35


Çocuklar için Rıza. Çocuklar ana-babalarından farklıdırlar ve bir takım ayrıcalıklı
hakları vardır.27 Ana-baba hakkı, çocuk hakkının üzerine çıkamaz..50 Çocuklar genelde
kanunen yetersiz kişilerdir, bu yüzden genellikle kendileri hakkındaki teşhis ve tedavi kararlarını ana-babaları verir.26 35 48 Bir ana-baba çocuğunu doktora götürdüğünde, hasta olan ana-baba değil çocuktur..18 30 Doktorun sorumluluğu hasta olan çocuğa karşıdır başka hiç
kimseye değil.3 18 48 , ve bu en üst düzeyde bir sorumluluktur.39 48 Ana-baba çocuk
hakkındaki bir tedaviye karar verdiklerinde, kararın çocuğun en iyi çıkarlarına uygun olması gerekir..18 30 34 35 36 48 49 Çocuklar kararda yer almalıdırlar.14 17 18 22 29 48 Gerekli olmayan müdaheleler, çocuk karar verecek yaşa gelinceye kadar ertelenmelidir. 18
48 Bundan da öte, ana-babanın tedavi için yetki vermesi, kendisi için tedavi
yetkisi verdiği zamankinden daha sınırlıdır.18 48 Ana-babalar yalnızca hastalıkların teşhis ve tedavisi hakkında yetki verebilirler. 18 35


Çocuk sünneti hakkında yetki
Şu andaki uygulama tıp görevlisinin ana babadan birinin yetkisini alması şeklindedir.48 49

Tıp dünyası uzun süre bu protokolü, çocukların
tedavi-amaçlı olmayan sünnetleri için yetki almaya dayanak yapmışlardır.
Ne var ki, kanunda bunu destekleyecek bir madde yoktur. Bir erkek çocuk sünneti
(yeni-doğan olsun ya da olmasın) ne teşhis ne de tedavi amaçlı
bir müdaheledir.18 35 Dolayısıyla, tedavi amaçlı olmayan müdahele bir kanun ihlalidir. Hiç bir ana-baba kanun ihlali için yetki veremez. Bu ilişkilendirmeyle sözde
"ana-babanın rıza göstermesi" tedavi-amaçlı olmayan , teşhis amaçlı olmayan sünnet operasyonuna dayanak olamaz.


Bundan da ötesi, tedavi amaçlı olmayan sünnetin nasıl bir çocuğun
çıkarlarına uygun olabileceği açık değildir. İngiltere'de
bir mahkeme de bu yönde karar vermiştir.48


İngiltere Tıp Konseyi'nin kuralları, tedavi amaçlı
olmayan ya da yararlılığı kesin olmayan cerrahi müdahelelerin
ancak bir mahkeme kararı ile yapılabileceğini bildirir..35


Uygun Olmayan Prosedürler. Çocukların uygun
olmayan prosedürlerden korunmaya hakları vardır
. 14 Ana-baba
arzuları belirleyici faktör değildir.34 48 49 Doktorların
uygun olmayan müdaheleleri hastaları üzerinde gerçekleştirmek yönünde
yükümlülükleri yoktur..33 43 48 49 Doktorlar
gereksiz, tedavi amaçlı olmayan sünnetleri reddetmelidirler.43


Hastanın ihtiyaçlarını diğer tüm düşüncelerin
üzerinde görme
.

Tıbbi etiğin pek çok maddesi görev alan fizisyenin hastanın
ihtiyaçlarını ilk sıraya koymasını gerektirir.
Hastanın sağlığı doktorun ilk düşüncesi olmalıdır3 Doktor hastaya
"tam bir sadakat" konusunda yemin eder."4 Pediatrik sağlık
görevlileri çocuk hastalarına karşı yeterli tıbbi özeni,
ana-babalarının arzuları doğrultusunda değil, onların
sağlıkları doğrultusunda göstermek zorundadır.18
Doktorun hastasına karşı sorumluluğu ana-baba arzularından
ya da temsilci konumlarından bağımsızdır..18 Doktor önce
hastasının iyiliğini düşünmelidir."22 "Bir doktor
hastasına bakarken, ona karşı sorumluluğunu en üst düzeyde
tutmalıdır."39
Bir ana baba çocuğunu sünnet için getirdiğinde, doktorun
sorumluluğu ana-babaya karşı değil çocuğa karşıdır.18 Çocuğun
ihtiyaçları ana baba arzularının üzerindedir.48 49 Bir doktorun, sünnetin
çocuğun yararına olup olmadığı hakkında
bağımsız karar verme hakkı vardır.48 49 Tedavi-amaçlı
olmayan sünnet, sadece ana-baba isteğine uygun olarak gerçekleştirildiğinde
doktor ahlaki olmayan bir şekilde ana-baba arzusunu çocuk ihtiyaçlarının
üzerinde görmüş olabilir..34
Doktor ayrıca gene ahlaki olmayan bir şekilde bir ücret almayı
düşünebilir, ve bunu çocuk ihtiyaçlarının üzerine koymayı
düşünebilir, ama bir doktor kar etmek için veya finansal nedenlerle
hastasını kullanmamalıdır. 10 21 (ABD'de sünnetten
en çok faydalanan kurum tıbbiyedir. Doktorlar tahminen 200 milyon
doların üzerinde parayı yılda gerçekleştirilen 1,100,000
'ün üzerinde sünnetten alırlar, hastaneler de 500 milyon doların
üzerinde parayı sünnet bebekken gerçekleştirildiği zaman
anne ve çocuk için uzayan yatışlardan elde ederler.
)


Bioetisyenlerin Seçenekleri. Tedavi-amaçlı
olmayan sünnet müdaheleleri, ABD'de, ve çok daha az ölçülerde Avustralya
ve Kanada'da halen yaygın olmasına rağmen etisyenler
tarafından artık ahlak-dışı olarak tanımlanmaktadır
. 15 30 37 41 42 Buna ilave olarak
uluslararası kuruluşlar çocuğun vücut bütünlüğünü
korumak yönünde ek tedbirler almışlardır.13 60


Avrupa İnsan Hakları ve Biyotıp Anlaşması
(1997)
.
Bu anlaşma uluslararası hukuk için bir enstrümandır.Onbeş
Avrupa ulusu şu anda bu anlaşmayı onaylamıştır. 1
Aralık 1999'dan beri yürürlüktedir. Erkek çocukların sünneti bu
anlaşmanın 1., 2., ve 20. maddelerini ihlal eder durumdadır.62


Acı Hafifletme. Sünnet doğası
gereği acı verici bir müdaheledir. Modern tıp acı verici
müdahelelerde anastezi/analgezi uygulanmasını gerektirir. 11 16 48 49 Ne var ki, acının
hafifletilmesi ahlaki olmayan bir prosedürü ahlaki yapamaz.


Oranlanabilirliliği. Bir biyoetik
otoritesi oranlanabilirliliği şu şekilde tanımlar:



Herhangi bir teknoloji ya da tedavi
amaçlı müdahele düşünüldüğünde insanın bütünsel
iyiliği göz önüne alınmalıdır. Zarar vermesi muhtemel
ya da istenmeyen yan-etkileri olacak prosedürler yalnızca hastaya
oranlanabilir bir yarar sağlaması durumunda haklı gösterilebilir.47


Erkek çocukların sünneti oranlılık testini geçemez çünkü
herhangi bir tedavi yönlü yarar sağlamaz. Buna karşı
penisteki kalıcı bir sakatlama-yaralanmaya , ayrıca,
koruyucu, immunolojik, mekanik, duyarlı, erojen ve cinsel işlevi
olan bir dokunun kaybına yol açar. Bunun yanında her sünnette
dolaylı olarak hayati riskler vardır.


Ahlaki İlkeler. Tıp ahlakına yön
veren dört temel ilke şunlardır :



  • Yararlılık
  • Zararlı Olmama
  • Yasallık
  • Otonomi

Çocukların tedavi amaçlı olmayan sünneti bu ilkelere göre değerlendirilmelidir.
Sünnet bu dört ilkenin hepsini ihlal eder, çünkü ;



  1. Tedavi-amaçlı olmayan sünnet yararlılık
    testini geçemez, sünnetin belgelendirilmiş bir yararı
    yoktur.41 42 49

  2. Zarar vermeme ilkesini de geçemez çünkü sağlıklı
    işleyen dokunun alınması ile vücut yaralanmasına ve acıya
    yol açar .30 49

  3. Yasallık ilkesini ihlal eder çünkü
    hastanın vücut-bütünlüğüne olan yasal hakkını ihlal
    eder. 30



  4. Otonomi ilkesini ihlal eder çünkü rıza bir
    temsilci tarafından verilmelidir. 30 41




Kütüphane Kaynakları


Kronolojik Sıralamaya Göre








Tıp Etiği



  1. Hippocrates.
    Oath of
    Hippocrates
    (circa 400 B.C.). In: Harvard Classics. Boston: P. F.
    Collier & Son, 1910.
  2. War Crimes Tribunal. Nuremberg Code
    (1947)
  3. World Medical Association. Declaration of
    Geneva
    : A physician's oath (1948).
  4. World Medical Association. Declaration of
    London
    : International Code of Medical Ethics (1949).
  5. World Medical Association. Declaration of
    Helsinki
    (1964).
  6. World Medical Assembly. Declaration of
    Tokyo
    : Guidelines for Medical Doctors concerning Torture and Other
    Cruel, Inhuman or Degrading Treatment or Punishment in relation to
    Detention and Imprisonment. (1975)
  7. Council on Ethical and Judicial Affairs. Principles of Medical
    Ethics
    . Chicago: American Medical Association (1980)
  8. Paediatric Services Committee. Newborn Circumcision of
    Males
    . New South Wales Health Department. (1982)
  9. UN Principles of Medical Ethics (1982)
  10. Australian College of Paediatrics. Policy Statement on
    Circumcision
    . Parkville, Vic. (1983).
  11. Fletcher AB. Pain in the
    Neonate
    (Editorial) N Engl J Med 1987; 317(21):1347-48.
  12. Committee on Bioethics. American Academy of
    Pediatrics. Religious
    Exemptions from Child Abuse Statutes
    (1988) (Protection of child
    from parent's religious requirements.) Pediatrics 1988:
  13. Declaration
    of the First International Symposium on Circumcision
    . Adopted by
    the First International Symposium on Circumcision, Anaheim, California,
    March 3, 1989.
  14. Alderson P. European Charter of
    Children's Rights
    1993;October:13-15.
  15. Kluge E. Female
    circumcision: When medical ethics confronts cultural values
    . Can
    Med Assoc J
    1993:148(2);288-9.
  16. Walco GA, Cassidy RC, Schechter NL. The ethics of pain
    control in infants and children
    . N Engl J Med 1994; 331 (8):
    541-544.
  17. Shield JPH, Baum JD. Children's consent to
    treatment.
    BMJ 1994;308:1182-83.
  18. American Academy of Pediatrics Committee on
    Bioethics. Informed
    consent, parental permission, and assent in pediatric practice
    .
    Pediatrics 1995;95(2):314-317.
  19. Warren J, Smith FD, Dalton JD, et
    al
    . Circumcision of
    children
    . BMJ 1996; 312: 377.
  20. Denniston GC. Circumcision and
    the code of ethics
    . Humane Health Care International
    1996;12(2):78-80.
  21. Australian Medical Association. Code
    of Ethics
    . (2004)
  22. Canadian Medical Association. Code of Ethics. Can Med Assoc J
    1996;155:1176A-1176B.
  23. Etchells E, Sharpe G, Walsh P, et
    al
    . Bioethics for Clinicians: 1. Consent Can Med Assoc
    J
    1996;155:177-80.
  24. Etchells E, Sharpe G, Burgess MM, et
    al
    . Bioethics for Clinicians: 2. Disclosure. Can Med
    Assoc J
    1996;155:387-91.
  25. Amnesty International. Declaration on the Role
    of Health Professionals in the Exposure of Torture and
    Ill-treatment
    . (1996)

  26. Etchells E, Sharpe G, Elliot C, Singer PA.
    Bioethics for Clinicians: 3. Capacity. Can Med
    Assoc J
    1996; 155:657-661.
  27. Etchells E, Sharpe G, Dykeman ML, et
    al
    . Bioethics for clinicians: 4. Voluntariness. Can Med
    Assoc J
    1996; 155:1083-1086.
  28. Lazar MN, Greiner GG, Robertson G, Singer
    PA. Bioethics for clinicians: 5. Substitute
    decision-making
    . Can Med Assoc J 1996;155:1435-7.
  29. Harrison C, Kenny NP, Sidarous M, Rowell M.
    Bioethics for clinicians: 9. Involving children in medical
    decisions
    . CMAJ 1997;156:825-8.
  30. Price C. Male Circumcision: an
    ethical and legal affront
    . Bulletin of Medical Ethics (May)
    1997;128:13-19.
  31. Dalton J. Circumcision: Is the
    GMC wrong?
    GP 1997; 27 June:44.
  32. Committee on Bioethics, American Academy of
    Pediatrics. Religious
    objections to medical care
    . Pediatrics 1997; 99(2):279-281.
  33. Weijer C, Singer PA, Dickens BM, Workman S.
    Bioethics for clinicians: 16. Dealing with demands for
    inappropriate treatment
    . CMAJ 1998;159:817-21.
  34. Wilks M. Parental wishes are
    not the determining factor
    . BMA News Review, London, 12
    September 1998.
  35. Seeking
    Patients Consent: The Ethical Considerations
    . London: General
    Medical Council, 1998.
  36. Bioethics Committee Reference B86-01: Treatment Decisions for Infants and
    Children
    . Ottawa: Canadian Paediatric Society, March 2000.
  37. Margaret Somerville. Altering baby boys'
    bodies: the ethics of infant male circumcision
    In: Margaret A.
    Somerville. The Ethical Canary: Science, Society and the Human Spirit.
    Toronto: Viking, 2000. (ISBN 0-670-89302-1)
  38. Code
    of Ethics for Doctors.
    The Norwegian Medical Association. Adopted by
    the Representative Body in 1961 and subsequently amended, most recently
    in 2000.
  39. Clare Dyer. Guide
    to ethics of treating children published
    . BMJ 2000;321:1491.
  40. Council on Ethical and Judicial Affairs. Principles of Medical
    Ethics
    . Chicago: American Medical Association (2001)
  41. Gulbrandsen P. Rituell
    omskjæring av gutter
    . [Ritual circumcision of boys.] Tidsskr Nor
    Lægeforen
    [Journal of the Norwegian Medical Association]
    2001;121(25):2994.
  42. Hodges FM, Svoboda JS, Van Howe RS. Prophylactic
    interventions on children: balancing human rights with public
    health
    . J Med Ethics 2002;28(1):10-16.
  43. Kendel, D. A. Caution
    Against Routine Circumcision of Newborn Male Infants
    (Memorandum to
    physicians and surgeons of Saskatchewan). Saskatoon: College of
    Physicians and Surgeons of Saskatchewan, February 20, 2002.
    Photocopy.

  44. Hill G. Informed consent for
    circumcision
    . South Med J 2002;95(8):946.
  45. Canning DA. Informed consent for
    neonatal circumcision: an ethical and legal conundrum
    . J Urol
    2002;168 (4 Pt 1): 1650-1.
  46. Denniston GD. Letter to the President of the American Academy of
    Pediatrics
    . October 15, 2002.
  47. Conference of Catholic Bishops. Ethical and religious directives for Catholic health care
    services
    , 4th ed. Washington: United States Conference of Catholic
    Bishops, 2001.
  48. Committee on Medical Ethics. The law and
    ethics of male circumcision - guidance for doctors.
    London:
    British Medical Association, 2003.
  49. College of Physicians and Surgeons of
    British Columbia. Policy
    Manual: Infant Male Circumcision.
    Vancouver, BC: College of
    Physicians and Surgeons of British Columbia, 2004.
  50. Hellston SK. Rationalising
    circumcision: from tradition to fashion, from public health to
    individual freedom—critical notes on cultural persistence of the
    practice of genital mutilation
    . J Med Ethics 2004;30:248-53.


İnsan Hakları



  1. San Francisco Conference. Charter of the
    United Nations
    (1945).




  2. United Nations General Assembly. Universal
    Declaration of Human Rights
    (1948).




  3. United Nations General Assembly. Declaration of
    the Rights of the Child
    (1959).




  4. United Nations General Assembly. Covenant on Civil
    and Political Rights
    (1966).




  5. United Nations General Assembly. Declaration on
    Torture
    (1975)




  6. United Nations General Assembly. Convention on
    the Rights of the Child
    (1989).




  7. Institute of Medical Ethics. Briefings in
    Medical Ethics No. 9: The UN Convention on the Rights of the Child
    .
    J Med Ethics 1991;17:1-4.




  8. Milos MF. Macris D. Circumcision: A
    Medical or Human Rights Issue
    J Nurse-Midwifery 1992:37(2)
    Suppl.




  9. Haggerty RJ. Convention on the
    Rights of the Child: It's Time for the United States to Ratify
    .
    Pediatrics 1994;94(5):746-7.




  10. United Nations Security Council. Commission
    of Experts' Final Report [on the Former Yugoslavia] (S/1994/674, part
    IV, section F).




  11. Lansdown G. Waterston T, Baum B. Implementing the
    UN Convention on the Rights of the Child
    . BMJ
    1996;313(7072):1565-6.




  12. Valencia
    Declaration on Sexual Rights
    . Adopted by the XIII World Congress on
    Sexology, Valencia, Spain, June 1997.




  13. Jacqueline Smith. Male Circumcision and
    the Rights of the Child
    . In: Mielle Bulterman, Aart Hendriks and
    Jacqueline Smith (Eds.), To Baehr in Our Minds: Essays in Human
    Rights from the Heart of the Netherlands
    (SIM Special No. 21).
    Netherlands Institute of Human Rights (SIM), University of Utrecht,
    Utrecht, Netherlands, 1998: pp. 465-498.




  14. European Convention on Human Rights and Biomedicine
    (1997)
    . Adopted at Oviedo, 4 April 1997.




  15. Committee on Medical Ethics, British
    Medical Association. The impact
    of the Human Rights Act 1998 on medical decision making.
    London:
    British Medical Association, 2000.




  16. Arif Bhimji, M.D. Infant Male
    Circumcision: A violation of the Canadian Charter of Rights and
    Freedoms
    . Heath Care Law (Toronto) 2000:January
    1;1-22.




  17. Written statement* submitted by the National Organization
    of Circumcision Information Resource Centers (NOCIRC)
    , a
    non-governmental organization on the Roster, Commission on Human Rights,
    Sub-Commission on the Promotion and Protection of Human Rights,
    Fifty-fourth session, Item 6 (c) of the provisional agenda,
    E/CN.4/Sub.2/2002/NGO/1, 23 March 2002.